10 Ekim 2007 Çarşamba

MÜZİĞİN EKONOMİ-POLİTİĞİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Ülkemizde XX.Yüzyılın ilk yarısında başlayan aydınlanmanın iki temel unsurundan biri bilimin ışığı ise, diğeri de sanatın özellikle müziğin duygusal estetiğidir. Bu nedenle genelde sanata, özellikle de müziğe yapılan yatırım aydınlanmamıza yapılan yatırımdır. Bu yönü ile müzik; içinde yaşadığımız kaotik ortamda beklide önemli bir umut kaynağı olacaktır.

Tarihsel bir süreç içinde, müziğin ekonomi-politiği üzerine yapılan incelemelerde, dönemsel olarak çok farklı özellikler taşıdığını öğreniyoruz. Bu çalışmaların özetini müziksever dostlarımla paylaşmak istedim.

Müziğin insanlardaki düşünce yeteneğini geliştirdiği uzun bir zamandır bilinmektedir. Kuşkusuz bu olgu toplumların geleceğinin şekillenmesine önemli katkı sağlamış, hümanizm ideallerinin derinleşmesine imkan vermiştir. Buna rağmen müziğin xx yüzyılda açık pazar haline gelmesinden sonra nasıl bir ekonomik değer üretebileceği üzerinde durulmuş, bu konu zamanın ekonomi kuramcılarının ilgi ve dikkatini çekmiştir.

Adam Smith gibi düşünenlere göre; bir müzikal eser ancak üreticisinin kazancını arttırıyorsa zenginlik yaratabilir. İşte o zaman verimlidir ve ticari olarak bir anlam ifade edebilir. Ancak zamanla, ekonomistler belli bir değer ve kazanç sağlamasa da müziğin önemini anlamışlar. Özgür düşünme bilincinin gelişmesinde özel ve müstesna bir katkı sağladığını, insan topluluklarının estetik duygularının gelişmesine yaptığı katkıyı görmüşler bu nedenle, bu konuda klasik ekonomi yasalarının uygulanamayacağını anlamışlardır.

Marx da sanatın ekonomik alt yapıdan bağımsız olarak gelişebileceğini kabul etmekle beraber konu ile ilgili olarak “Ekonomi Politiğe Giriş” isimli kitabında “Sadece sermaye yaratan işler verimlidir, dolayısıyla ne kadar yararlı olursa olsunlar bütün diğer işler kapitalizasyon açısından verimli değildir,yani verimsizdir. Kendini bir konser vermeye ve bir gelir elde etmeye adayan bir sanatçının sermaye yarattığı düşünülmektedir.”özet olarak ifade etmek gerekirse; liberal ve Marksist ekonomi teorileri; maddi olmayanın egemen olduğu, bilginin maddeyi tamamlayacağı, bir şeyin değerinin fiyat ile belirlenemeyeceği bir dünyanın hesabını yapma hususunda ciddi bir yanılgı içine düşmüşlerdir.

Oysa ki; Avrupa da zaman içinde sınıf bilincinin gelişmesi, farklı sınıfların ortaya çıkması ile popüler müzik için de bir piyasa oluşmuştur. Dolayısı ile; Müzik o zamanın burjuvazisi için çoğu zaman politik bir tehdit aracı olmanın ötesinde aynı zaman da bir kar kaynağı haline gelmiştir.

Müzik; tapınaklardan, zenginlerin evlerinden halkın içine girdiği ölçüde bireyin ve toplumun gelişimine yardımcı olmuştur. Çünkü müzik kendini ve başkalarını aşmaya, normların ve kuralların ötesine geçmeye yöneltir insanları. Onun içindir ki müzik;insanların kendi duygularını kaydettiği özel bir hafıza gibidir. Zamanı gelince bu duyguları ifade etme imkanı bulur. Esasen bu da insanların duygusal anlamda gelişimidir. Aslında yalnız duygusal anlamda değil daha önce ifade ettiğim gibi bilimsel anlamda da insanların gelişimine katkı sağlar.

Bilim adamlarından bazıları müziği seslerin akılcı kullanılması, doğada var olan sesleri şekillendirme, güzel olanın kaosun içinden çıkarılması şeklinde yorumlamışlardır. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde; politik güçler de müziği sınırlamaktan mümkün olan ölçüde sakınmışlar, hatta belli ölçüde halkın gelişimine katkı sağlayan ve halkın ilgisini çeken müziğe finansal destek vermeyi yararlı, hatta gerekli görmüşlerdir. Çünkü Platon’ dan bu yana yöneticiler sağlıklı sosyal bir düzenin müziğe bağlı olabileceğini görmüşler özellikle ilerici bir ruhun, farkında olmaksızın hızla toplumları beslediğini fark etmişlerdir.

Montesguieu; müziğin örf ve adetleri güçlendirmesi itibariyle insanlarda bir iç huzuru yarattığını görmüş, Shakespeare ise, bu konu ile ilgili olarak bir eserinde, farklılıkların dengeli olmasını vurgulamış “Dereceleri yok et, şu lavtanın akordunu boz ki uyuşmazlık başlasın” ifadesi ile farklılık ve hiyerarşi kavramları arasındaki ilişkiyi çarpıcı bir biçimde gözler önüne sermiştir.

İnsan toplumlarının gelişiminden önce, müziğin değişip,geliştiğini insanlığa yön verdiğini görüyoruz,daha önce de temas ettiğim gibi müzik toplumların geleceğini öngörür batı anlayışında bu konu şöyle formüle edilmiştir. “Dünya görülmez duyulur, okunmaz dinlenir” diğer bir ifade ile müzik, yarınların çelişkilerini, mutluluk ve heyecanlarını duyurmaya çalışır. Diğer taraftan müzik; şiddete, korkuya karşı özgürlük mücadelesinin vazgeçilmez enstrümanıdır.

Marx’a göre müzik gerçeğin aynası,

Nietzche’ye göre ise; hakikati söyleyen sözdür,

Freud müziği, şifresi çözülecek bir metin olarak görmüştür.

Bütün bu ifadelerden anlaşılacağı üzere, paylaşmayı içine sindirebilmiş toplumlarının gelişmesinde müziğin özel bir yeri vardır. Çünkü müzik dünyadaki kaotik ortam içinde şiddeti kontrol ederek, toplumsal yaşamımızda belli bir denge kurmamızda özel görevler üstlenmiştir. Bilindiği gibi huzurlu, güvenli ve sağlıklı bir toplum yaratılmasında en önemli faktörlerden biri şiddetin ortadan kaldırılmasıdır. işte bu nedenle müzik insanların şiddetle savaşımında önemli bir görev üstlenmiştir.

Bütün bu iyi niyetli değerlendirmelerin ışığında uluslararası ilişkilere baktığımızda, çağdaş olduğu varsayılan dünyanın toplumsal yapısı ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan ruhsal durumu incelendiğinde hem kendi içinde, hem de öteki tabir edilen diğer ülkeler ile ilişkilerinde sevginin yeterince yer bulmadığını görüyoruz.

Bu sosyolojik olguya paralel olarak; serbest piyasa kurallarının geçerli olduğu bu ekonomik anlayış içinde, kuşkusuz hem toplumsal yarar, hem de müzik dahil insan emeği piyasa ekonomisinin çarkları içinde layık olduğu ölçüde nasıl değerlendirilebilir? Tabiidir ki; bütün bunların sonucunda çağdaş insan ve toplum, kendi değerlerine ve dünyaya yabancılaşır. Çünkü insanın estetik değerleri de mal gibi görülmeye başlanmıştır. Bu değerlendirmelere rağmen, müzik yüksek bir yatırım aracı olarak görünmese bile toplumsal yarar göz önünde bulundurularak desteklenmelidir. Nitekim bizim gibi düşünen, bizlere bu hizmeti sunan gerçek sanat sevenleri en kalbi duygularımla alkışlıyorum.

Müziğin ciddi anlamda kar amaçlı bir ticaret aracı olarak değerlendirildiği bir dönemde, bu hizmeti kültürümüze bir katkı vasıtası olarak gören ve bunu sürekli bir politika haline getiren değerli kuruluşlarımızı gönülden kutluyoruz.

Aytaç YALMAN