10 Ekim 2007 Çarşamba

MOZART’IN RUH DÜNYASINDAKİ SEVGİ VE ÖZGÜRLÜK

İki yüz ellinci doğum yıldönümü münasebetiyle “müzik sanatında ulaşılmazlığın simgesi” olan Mozart ile ilgili yoğun bir sene geçiriyoruz. Bu vesile ile ölümsüz eserlerindeki melodi zenginliğini ruh dünyasındaki derinliği ve doyumsuz güzelliği hissetmeye ve anlamaya çalıştık.

Bu anlamlı etkinliklere ben de O’nun eserlerindeki derin anlamı, özellikle yaşamındaki sevgiyi ve ruhundaki özgürlüğü anlamak ve bunu sizlerle paylaşmak istedim.

Bu gün elimizde ölümsüz eserleri, duygu ve anlam dolu mektupları ile tanımaya çalıştığımız bu müstesna deha için; Wagner “Mozart’ın inanılmaz dehası, onu tüm zamanların, tüm sanatlardaki, tüm büyük ustaların üstüne çıkarmıştır” demişti. Schubert ise; “Mozart’ı yaratan dünya korunmaya değer bir dünyadır. O bize bildiğimizden çok daha güzel bir dünya göstermiştir” demiştir.

Esasen müzik ile ilgisi olan herkes bilir ki; müziğin içindeki sihirli güç, insan ruhunu yüceltir ve yaşamın içinde olumlu bir denge sağlar, yeni umutların doğmasına neden olur. Bu nedenle; insanlara yaşam sevinci verir ve güven duygusu yaratır.

İşte “müzik sanatında ulaşılmazın simgesi olan” Mozart, eserleri ile, hayatı yaşanabilir hale getirdi. Müziğin sihirli gücü ile insanın kendini soyutlayabileceği veya başkası ile bütünleşebileceği bir hayal dünyası yarattı, insanları mutlu etmek için bestelediği, eserleri ile onlara umut, neşe ve iyimserlik duyguları kazandırdı.

Beş yaşında menuet, yedi yaşında konçerto, sekiz yaşında senfoni meydana getiren bu özel insanın eserlerini dinlemek, portre ve resimlerini yaptırtmak için yarıştılar zamanın soyluları. Ondört yaşında papa tarafından büyük ustalara layık görülen “Altın mahmuz” nişanı ve “şövalyelik” beratı ile ödüllendirildi. Ancak otuzaltı yaşını doldurmadan hayata veda ettiğinde bu yüce müzik dehası için ağlayanların sayısı pek de fazla olmadı. Cenazesi fakir cenazeleri için uygulanan biçimde kaldırıldı. Mezarının nerede olduğu ise bilinmemektedir. Söylenenler göre, Mozart’ın tanıdığı sadece altı kişinin katıldığı cenaze duasından sonra bu küçük kafile şiddetli yağmur nedeni ile mezarlığa kadar tabuta eşlik edemeyince cenaze dilenciler için ayrılan bir mezara gömüldü, maalesef yeri bilinmez, resimleri birbirini hiç benzemez, düşüp kırılan alçı maskı bile bulunamamıştır.

RUH DÜNYASININ DERİNLİĞİ VE YAŞAM MÜCADELESİ

Yirmibeş yaşına kadar rahat ve huzur görmeden kentten kente dolaştı, han köşelerinde. Bazen de kar ve yağmur altında atlı arabalarda uzun seyahatler yaptı. Zaman zaman aç kaldı. Esasen çocukluğunun güzelliklerini yaşamadı ama çocuksu neşe ve espri anlayışını hayatı boyunca yaşadı. Krallar ve soylulardan çok övgü aldı, manevi anlamda onur ve şan yönünden problemi olmadı, ancak daima maddi sıkıntı içinde yaşadı. Acılarını her zaman, alçak gönüllü davranışları ve daima güler yüzü ile gizlemeye çalıştı. Aristokratlar ondan sadece kendilerine hizmet etmesini istediler. Ancak özgür bir ruha sahip olan Mozart’ın direnişi karşısında çeşitli zalimliklere başvurdular.

Dostluklardan uzak çevrelerde, uğradığı hayal kırıklıklarını ve çektiği yalnızlık acısına rağmen iyimserliğini yitirmedi ve insanlara olan sevgisini eksiltmedi. Kısaca Mozart kısa süren ömründe mutluluğu, şöhreti, acıyı, sevilmeyi ve nefreti olabildiğince yaşadı. Ancak bütün bunları kişiliğini olgunlaştırmak ve insanlığa güzel eserler sunmak için kullandı. Başka bir deyişle tanrı ve doğa ona müstesna bir duygu ve müzik bilinci armağan etmişti, O’da tüm bu özellikleri yine insanlık yararına kullandı.

Eserlerinde antik çağın polifonisini, borak müziğinin kendine has üslubunu, İtalyan operasının yumuşaklığını, hatta çeşitli dansları, özellikle valsleri bağdaştırabilmiştir. Klasik müziğe 629 anıtsal eser armağan eden Mozart, eserlerinde inişli çıkışlı, sevinçli ve hüzünlü bir yaşamın kararsızlıklarını yansıtır. Onun içindir ki Mozart, tanrısal seslerle ördüğü eserleri; yoğun olarak insan sevgisi, neşe, coşku öğeleri taşımakta, insanları birbirlerine yaklaştıran dostluk ve kardeşlik duygusu kazandırmaktadır. Mozart’ın yaşamı ve müziği üzerine çalışmalar yapan Çek asıllı Amerikalı müzik bilgini Paul Nettl’in dediği gibi; “Mozart insanlığa fırtınalı ruhları sakinleştiren, acıları gideren, monoton ve melankoli dolu zamanı güzelleştiren, insanlara sevinç veren, onlara güzel duygular aşılayarak müziğe hizmet etmiştir.”

Dokuz yaşında İncilin kırkaltı sayılı ilahisinden ilk koral parçasını yazan Mozart’ın esas özelliği, bestelerini kâğıda dökmeden düşünce dünyasında çözümlemiş olmasıydı. Müziğin notaya geçirilmesi onun için yalnızca mekanik bir işti. Mozart’ın bir diğer özelliğini de ifade etmeden geçemeyeceğim. Henüz ondört yaşındayken Allegri’nin Misarere adındaki eserini Sistine Kilisesinde bir kez dinlemiş ve tüm notalarını deşifre etmiş olmasıdır.

YAŞATIĞI DÖNEMİN KÜLTÜREL YAPISININ MOZART’IN RUHUNDA YARATTIĞI FIRTINALAR VE DÖNEMİN ÖZELLİKLERİ

Mozart’ın babası 1780 yılında oğluna “her kulağı gıdıklayan ve adına popüler denen müziği unutma” öğüdünü verdiği sıralarda Avrupa’da kökten devrim bir süreç yaşanmaktaydı. Bu dönemde burjuvalar, devleti ve toplumu kendi ideallerine göre şekillendirmeyi amaçlıyordu. Ortaçağın hiyerarşik yapılı toplumlarında birbirinden tümüyle kopuk yaşayan sınıfların, burjuvaların, köylülerin ve soyluların yaşam biçimleri ve gelenek – görenekleri, devletin çatısı altında doğrudan doğruya birbirleri ile ilişki içinde bulunmaktaydı. Burjuvazinin hayata geçirdiği, sermayeye dayalı yeni toplum biçiminde eskinin ve yeninin birleşmesinden bir kültür amalgamı oluşmakta ve bu oluşum kendi gelişim yollarını kendisi açmaktaydı.

Mozart’ın yaşadığı dönemde sosyal sınıfların farklı müzik algılamaları ve hiyerarşisi, enstrümanlarda dahi farklılaşma yaratmıştı.

Müzik yapmanın toplumsal açıdan açık bir şekilde sınıflandırılması ve belirli vesilelerle geleneklere bağlı olarak nerdeyse değişmez bir repertuarla uygulanması herkes için geçerli bir müziği olanaksızlaştırıyordu. Sosyal sınıfların yaşam biçimleri ne kadar farklıysa, müzikleri de o kadar farklıydı. Her sosyal grup kendi müzik evrimini kendi yaratırdı. Örneğin her sosyal sınıfın dinlediği şarkılar da farklı olurdu. Esasen bu sosyal gruplar kiliseyi kutsama töreni veya bayram gibi zorunlu nedenler dışında bir araya gelmezlerdi. Bazen de saraylarda soylular malikânelerinde “basit eğlenme” biçimi denilen ve Almanya’da saraylardaki balolarda “vur patlasın çal oynasın” adı verilen balolarda halkı taklit eden müzikle eğlenilirdi.

Yukarıda ifade ettiğim gibi; sosyal sınıflar ile o sınıfların zevkleri de net bir biçimde ayrılmıştı. Ancak burada çözümlenmesi gereken sorun; ulus olarak tanımlanan bir toplumda çok çabuk gelişen karşılıklı bağımlılığın oluşması ve bu gerçeğe dayanarak yaşamın hangi kültürel, duygusal, moral ve etik temel üzerinde oturtulacağı hususu idi.

Barok döneminde çok yaygın olan ve 1700’lü yılların ilk yarısında geçerli olan alışkanlıklara göre; müzisyenlerin toplumdaki konumları hizmetkârlar ile aynı düzeyde idi. Bilindiği gibi Mozart Salzburg başpiskoposunun sarayında çalışıyordu. Ancak başpiskoposun asistanı ile kavga edince saraydan ayrılmak mecburiyetinde kalmıştı. İşte bu dönemde babasına yazdığı bir mektupta “masanın en başında iki uşak oturuyor fakat ben en azından aşçılardan daha yüksekte oturuyorum” diyordu.

ÖZGÜR RUHLU MOZART

Bir saray müzisyeninin oğlu olarak aristokratlar ve saraylılar çevresinde dünyaya gelen Mozart, içinde yaşadığı feodal düzene karşı gerçekte nefret ediyordu. Feodal düzene karşı içinde duyduğu çalkantılar müziğine de yansımıştır. Bu nedenle, O “ müziğin Voltaire’i” olarak anılmıştır ve Onsekizinci yüzyılın zarif eleştirici zekâsı olarak kabul edilmiştir.

Onsekizinci yüzyılda kelimenin tam anlamıyla büyük ve derin düşünürleri olan müzisyenlerin uşak giysisi ve statüsü içinde soyluların bir hizmetkârı olarak çalıştırılmaları Mozart’ı derinden yaralamıştı. Bu nedenle; Salzburg Başpiskoposu Kont Colleredo’nun hizmetinden çekilmesi, “sanat tarihinin başarısızlık bildirisi” olarak yorumlanır. Kutsal Roma İmparatorluğunun güçlü prenslerinde biri olan Başpiskoposa göre müzik hala feodal idi, müzisyen ise üniformalı bir uşak ya da masa hizmetçisi düzeyinde birisi idi. Buna karşılık Mozart, kendini bir sanatçı, bir düşünür, insan haklarına sahip bir beşeri varlık olarak görmekteydi.

Özgürlüğüne düşkün Mozart, hizmetinden ayrılmak kararını bildirmek için Kont Colleredo’nun yanına gittiğinde ondan beklemediği bir hakaretle karşılaşmış, babasına yazdığı mektupta çok üzüldüğü bu olayla ilgili olarak şöyle demiştir: “ artık Salzburg sarayının hizmetinde değilim ve hayatımın en mutlu günümü yaşıyorum. İnsanları onurlu ve soylu yapan kalbidir. Kont değilsem de içimde bir sürü konttan daha çok soyluluk var.”

Ünlü “Figaronun düğünü” adlı oyunu bestelemesi için kapısını çaldıkları zaman sıcak bir ilgi göstermesinde ve bu büyük opera anıtını bestelerken, coşkun bir ilhama kapılmasında eserin konusunun etkisi vardır. Çünkü “Figaronun düğünü” o çağ için devrimci bir eserdir. Louis XVI’e soyluluğun çöküşünü haber vermiştir. Başkahramanı Figaro soylu değil bir soylunun hizmetçisidir. Daha önce oyunu Fransa Kralı XVI. Louis gibi yasaklayan II. Joseph operasına ses çıkarmamıştır; kuşkusuz, eserin bestecisi Mozart olduğu için.

MOZART’IN RUH DÜNYASININ ESERLERİNE YANSIMASI

Ölümünden önceki son beş yıl içinde Mozart’ın hummalı bir biçimde birbirinden ünlü şaheserlerini peş peşe yarattığı görülür. Sanki ömrünün uzun olmayacağını fark etmiş gibisine yoğun bir şekilde çalışır. “Figaronun düğünü”, “Don Giovanni”,Cosi Fom Tutte”, ve “Sihirli Flüt” operalarını, “Prag” ve “Jüpiter” gibi büyük senfonilerini, son piyano konçertolarını ve nihayet yaşamının en dokunaklı ve en anlamlı eseri olan “Reguiem”i bu dönemde bestelemiştir.

Mozart’ın ruh dünyasında çok özel bir yer işgal eden sevgi hoşgörü ve özgürlük kavramlarını eserlerinde görebiliyoruz. Dünyada opera klasikleri arasında yer alan Figoranın Düğünü (güldürü operası) Mozart’ın yaşadığı dönemin yaşamını eleştiren ve bestecinin özgürlük duygularını en anlamlı bir şekilde ifade eden bir eserdir.

Eser, onsekizinci yüzyılda İspanyanın Sevil kenti civarındaki Kont Almaviva’nın şatosunda geçer. Eser, sevil berberi operasının devamıdır. Eserde, uşak Figaronun nişanlısı Susanna’yı Kont’tan ve diğer erkeklerden korumak için uğraşması dört perdelik bu operada canlandırılır.

Saraydan kız kaçırma operası; ise Mozart’ın sevgi ve hoşgörü dünyasına güzel bir örnek oluşturur. 1782 yıllarında Viyana’da sahnelenen bu eserde Türk tarzı vurmalı çalgıların – timpani, ziller ve büyük davul yer almıştır.

Bilindiği gibi eser, Selim Paşa’nın sarayında geçer. İspanyol soylusu Belmonde’nin korsanlar tarafından kaçırılan ve satılan sevgilisi Konstante’nin gelişen olaylardan sonra Selim Paşa tarafından soylu bir davranışla bağışlaması ve özgürlüklerinin vermesi, bu eserde hem sevgi, hem de özgürlük temalarının işlenmesine güzel bir örnek teşkil etmektedir.

Don Giovanni operası ise Don Juan’ın çapkınlıklarını konu alan iki perdelik bir operadır. Eser yine İspanya’da Sevil’de geçer. Son sahnede Zorlina yaralı nişanlısı Masetto’nun elini kalbine götürerek (nasıl çarptığını duyuyor musun diyerek) söylediği arya da sevgiye ve erdemli olmaya güzel bir örnektir.

Cosi Fan Tutte Operası; kadınların sadakatini konu alan söz konusu operasında iki genç subayın sevgililerinden emin olmalarına karşın, yaşlı dostlarıyla iddiaya girmeleri ile gelişen konu mutlu bir şekilde son bulur. Burada sevgi ve sadakat konuları eğlenceli bir üslup içinde takdim edilir.

Sihirli Flüt Operası; ölmeden birkaç ay önce sahnelenen eser Mozart’ın en önemli eserlerindendir. Konusu Mısır’da Firavunlar çağında geçer. Ancak o günlerin Viyana’sındaki önemli kişileri simgeleyen bu iki perdelik opera bir doğu masalından alınmıştır. Opera ünlü şair Goeth’yi bile etkilemiştir. Operanın sonunda birbirini seven iki gencin zorlu sınavları aşması ve tanrılar tarafından güzellik ve akılla ödüllendirilmeleri yine Mozart’ın ruhundaki sevginin yüceliğine anlamlı bir örnek teşkil etmektedir.

Reguiem; Latince huzur kelimesinden türeyen Reguiem, Katolik kilisesinin ölüm duasıdır. Reguiem Mozart’ın son eseridir. Ancak müzikolog Frederich Blume bu eseri Huzursuzluk Reguiem’i olarak tanımlamıştır. 1791 yılında Mozart “sihirli flüt” operası üzerinde çalışırken temmuz ayında bir gün koyu gri elbiseli genç bir adam Mozart’ın evine gelir ve ondan bir Reguiem (ölüler duası veya ölüm ilahisi) bestelemesini ister. Karşılığında dolgun bir ücret teklif eder. (İsmini belirtmeyen siparişçi bu eseri kendi bestelemiş gibi o yılın şubat ayında ölen eşi için seslendirilmesini düşünen Kont Franz Vun Walsgg’dir.) Mozart Sihirli Flüt’ü tamamladıktan sonra Reguiem üzerinde yoğun bir şekilde çalışır. Ancak tamamlayamayacağını anlayınca öğrencisi Süssmayer’e eseri nasıl tamamlamayı tasarladığını açıklar ve artık onunla birlikte çalışmaya başlar. 1791 yılının 4 Aralık günü gece yarısından sonra öldüğünde Reguiem’in “Lacrimosa” bölümünün dokuzuncu mezüründe kalmıştır.

Mozart; kendisinden sonra izlenmesi gereken standartları belirlemiş, üstün ve dahi bir müzik insanıydı. Müziği Barok geleneğinden sıyırarak yeni bir anlayışla, insanın gerçek mücadele dünyasını yansıtan bir araç olarak gelişmesini sağlamıştır. Kuşkusuz bu gelişimde Fransız Devrimi’nin de etkisi olmuştur.

Mozart; ölümü, daima “yaşamın son amacı” , “insanın en yakın arkadaşı” olarak yorumlardı. Esasen yaşamı boyunca hep ölümü düşündü, fakat eserleri ile bizlere ölümsüzlüğün ne olduğunu gösterdi.

Doğanın kendisine armağan ettiği üstün yeteneğini yine insanlığın hizmetinde kullandı. Mozart insan sevgisi ile dolu eserleri ile ölümsüzlüğe ulaştı. Çünkü onun müziği her kuşakta parıldayan bir mücevher gibi tüm evrende tınlamaya devam etmektedir.

AYTAÇ YALMAN