10 Ekim 2007 Çarşamba

İLK TÜRK PİYANOSU

Kastamonu’da soğuk ve yağmurlu bir sabah, günün ilk ışıklarıyla birlikte orman yollarından geçip Ilgaz’dan şehre doğru giderken toprağın kokusunu hissettim, şehrin sokaklarında mütevazı ve kanaatkar insanların sakin ve huzurlu bakışlarını gördüm. Bunca sosyal ve ekonomik problemlere rağmen devletine sadakatle bağlı, bu yürekli insanların İstiklal savaşındaki kahramanlıklarını, güç koşullar altında yaşamsal nitelik kazanan iradelerinin gücünü ve İstiklal savaşındaki toplumsal şahlanışın ve güçlü karakter yapısının yüceliğini ve anlamını düşündüm. İnebolu’yu, Şerife Bacı’yı ve bir genç kız olarak kağnısıyla taşıt kollarında görev alan ve iki yıl boyunca İnebolu’dan Ankara’ya silah ve cephane taşıyan Halime Çavuş’u düşündüm

Bu duygular içinde Kastamonu şehir müzesine girdim. Müzede Kastamonu’nun otantik eşyalarını izlerken konsol tipi bir piyano ilişti gözüme. Müze görevlilerinden piyano hakkında bilgi edinme ihtiyacı hissettim. Müze yetkilisinin piyano hakkında verdiği bilgiler çok ilgimi çekti.

Söz konusu piyano, 1904 yılında Taşköprülü Mehmet Usta tarafından yapılmış. Kastamonu Sanayi Mektebi’nde dokumacılık ve halıcılığın gelişmeye başladığı bir sırada, Taşköprülü oğlu Mehmet Efendi evinde kurduğu bir atölyede çekmece, dolap vesaire imalatı ile meşgul iken, o tarihlerde Kastamonu’da yol yapımı ile görevli İtalyan mühendis Carlo, evine bir konsol yapmasını ister. Mehmet Efendi konsolu yapar. Carlo’nun evine götürüldüğü zaman orada piyanoyu görür ve bu piyanonun bir krokisini Mösyö Carlo’dan rica eder. Carlo Avrupa’da yapılan söz konusu piyanonun bir Türk marangozu tarafından yapılamayacağını düşündüğü için, krokiyi vermekte beyis görmez. İstediği zaman evine gelip yapacağı piyano üzerinde incelemelerde bulunmasına müsaade eder.

Mehmet Efendi bu kroki üzerinde piyano inşasına başlar. O yarım alet ve edevat ile Avrupa’da yapılan piyanolara benzer bir piyano yapar. Tellerinin sargısını adi bir tire makarası ile sarar. Üzerindeki tuşların beyaz kemiklerini çakı ucu ile yontmak suretiyle meydana getirir.

Daha sonra, söz konusu piyanoyu Vali Enis Paşa satın almış ve Padişaha takdim eylemek üzere İstanbul’a göndermiştir. İkinci Abdülhamit marangozluğa da merakı olduğundan piyanoyu görür görmez Mehmet Efendi’nin ailesi ile birlikte İstanbul’a gelmesini ister. Mehmet Efendi ailesi ile birlikte İstanbul’a gelir. Yıldız Sarayı’ndaki marangozhanede çalışmaya başlar. Bu dönem içerisinde bir konsol piyano paha üreten ustanın bu ürünü Padişah Abdülhamit tarafından Alman İmparatoru II. Wilhelm’e hediye edilir. Çalışmalarının karşılığı olarak hem Abdülhamit hem de Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından nişan ve hediyelerle ödüllendirilir. Padişah Abdülhamit’in tahttan indirilmesi sonrası Yıldız Sarayı’ndan çıkartılan Mehmet Usta Kastamonu’ya döner. Kastamonu Sanat Okulu Ahşap işleri öğretmeni olarak görevlendirilir. Kastamonulu Taşköprülü Mehmet Usta daha sonra üç piyano daha imal eder. Yanında çalışanlardan yalnız İhsan Efendi piyano imalâtçısı olarak yetişmiştir. Bu arada, Mehmet Efendi’nin yaptığı piyanolardan birisini de Vali Fatin Bey’in aldığını ve piyanonun halen vali konağında olduğunu yetkililerden öğrenmiş bulunuyorum.

Bu konuyu, ziyaretime gelen Dr. Emre Arıcı’ya anlattım. Konuyla ilgilenen değerli müzikolog / orkestra şefi Sayın Arıcı benim mevcut bilgilerimi tamamlayan ve bütünleştiren bir makaleden bahsetti ve bilahare Sayın Süha Umur’a ait bir makaleyi bana gönderdi. Milli Saraylar Dergisi’nde ( 1994-1995 ) yayımlanan “Dolmabahçe Sarayı’nda Türk yapımı bir piyano” isimli makaleyi okuyunca Kastamonu’da gördüğüm ve sizlerle paylaştığım Mehmet Usta ile ilgili bilgilerin makaledeki bilgiler ile bütünleştiğini gördüm. Kuşkusuz bu bilgileri sizlerle paylaşmanın ve 1904 yılında başlayan bu serüvenin günümüze kadar nasıl geliştiğini sizlere nakletmek istedim. Ayrıca; piyanonun tarihçesi hakkındaki aynı makaleden bazı bölümleri aktarmanın uygun olacağını düşündüm.

Sayın Süha Umur Beyefendi’nin de müsaadeleri ile söz konusu makaleden bazı bölümleri kendi ifadelerine sadık kalarak yazdım. Müzik tarihimize ışık tutacağına inandığım bu çalışma için kendilerine şükranlarımı ifade etmek istiyorum.

“Muzika-i Hümayun 1828 senesinde kuruldu ve başına İtalya’dan getirilen müzik ustası Donizetti “Osmanlı Saltanat Müzikaları Baş Ustakarı” unvanı ile getirildi. Donizetti kısa zamanda öğrencilerine Batı Müziği tarzında eserler çaldırmaya başladı. 1831 senesinde II. Mahmud için yazdığı Mahmudiye Marşı, Beylerbeyi Sarayı’nda Muzika-i Hümayun tarafından çalındı. Önce merak sonra ilgi ile dinlenen yeni tarz müzik, (alafranga, alla franca), moda halini aldı, saraydan konaklara yayıldı.

Sarayda rağbet edilen, çalınan, dinlenen müzik büyük ölçüde Batı Müziği oldu. II. Mahmud çocuklarına Batı Müziği’ni öğretmek istedi. Bu istek Abdülmecid’de daha da fazla idi. Şehzadeler, hatta cariyeler Batı Müziği’ni ve piyano çalmasını öğrendiler, Batı Müziği tarzında besteler yaptılar. Saraya bir çok piyano alındı. Bunların arasında saray için özel olarak sipariş edilmiş kuyruklu piyanolar da vardı. Bugün, Dolmabahçe Sarayı Cariyeler Bölümü’nde, her dairede bir piyano olduğu görülür. Tabii bu piyanoların akortları, tamir ve bakımları da gerekiyordu. Dışardan getirtilen müzik öğretmenleri yanında zamanla sarayda piyano ustaları yetişti, akort ve tamirler bunlar tarafından yapılmaya başlandı. İşte bu ustalardan birisi, “piyano ustası Kastamonulu Mehmet Efendi” idi. Bir çok piyanoyu tamir ettikten sonra, 1906 yılında Marangozhane-i Hümayun’da bir de piyano imal etti.

Konu piyanodan açılınca Sayın Süha Umur’un makalesinden piyanonun tarihçesine ait bir bölüme de temas etmekte yarar görüyorum.

“Piyanonun tarihi, çekiçli piyanonun, icadı ile başlar. Başlangıçta adına piano e forte yahut fortepiano denmekte idi. Bu adlandırma, yeni çalgının özel karakterini belirtmeye kafidir. Buluşun şerefinin kime ait olduğu bugün de tartışmalıdır, ancak hakiki çekiçli piyanoyu Floransalı müzik aletleri yapımcısı Bartolomeo Cristofori (1653-1731)’nin bulmuş olduğunu söylemek yanlış olmaz. Onun yapmış olduğu piyano mekanizmasında (1711), bugünkü piyanoların bütün esas malzemesi bulunmaktadır. Çok gerilmiş teller, keçe kaplı çekiçler, çekici tele vurur vurmaz eski yerine döndüren parça (échappement), her tuş için sesin devamını önleyen keçe, vs. Cristofori kendi yaptığı alete gravicembalo col piano e forte adını vermişti. Sonradan piano forte, fortepian’dan, piyano ismini aldı. Cristofori’nin ardından Fransa’da Marius (1716), Almanya’da Schröter (1717) ve bilhassa Gottfried Silbermann (1683-1753) bu alete getirdiği yeniliklerle kuyruklu piyanonun doğmasına yol açtılar. Marius kendi aletine çekiçli klavsen adını vermişti. Schröter (1699-1782) hafif ve hızlı çalabilecek şekilde özel bir çekiç sistemi ilave etmişti. Saksonyalı G. Silbermann bu sistemi geliştirerek 1720’den itibaren ilk hammerclavier’lerini (çekiçli piyanolar) imal etmeye başladı. Johann Sebastian Bach (1685-1750), ilk önceleri bu alete karşı çıktı fakat daha sonra Silbermann’a, bütün notalarda mükemmel surette eşit bir ses düzenine ulaşabilmesini sağlayan kıymetli nasihatler verdi. Bununla beraber kendisi klavsenden vazgeçmedi ve yeni alet için hiçbir eser yazmadı; doğrudan doğruya piyano için yazılmış olan eserler Muzio Clementi’nin sonatları ile başlar (1770).

G. Silbermann’ın eseri, yeğeni Johann-Heinrich (1727-1799) tarafından devam ettirildi ve piyanoları meşhur oldu. Silbermann’ın işçisi Johan Andreas Stein (1728-1792), kendi imal ettiği piyanolara “Alman” (yahut “Viyana”) adı verilen bir mekanizma ilave etti. Bu mekanizma Silbermann’ınkinin geliştirilmiş bir şekli idi ve seslerin serbestçe uzamasını önleyecek bir tertibata sahipti (étouffoir). Stein’in piyanolarında ayrıca çekiç ince bir zarla kaplı idi ve mekanizma o kadar hafifti ki, sadece 20 gramlık bir kuvvete ihtiyaç gösteriyordu (Bugünkü piyanolarda bu kuvvet, 80-120 gramdır). Mozart 1777’de Stein’i ziyaret etmiş ve piyanolarından son derece memnun kalmıştır. O tarihe kadar Mozart, Spath’ın piyanolarını tercih ediyordu. 1789’da Stein, piyanolarına pedalları ekledi. Stein’in ölümünden sonra eseri, kızı ve damadı Andreas Streicher tarafından devam ettirildi. Fabrika Viyana’ya götürüldü. Burada, (kulakları duymadığından ötürü fazla ses çıkartmak için tuşlara çok hızlı vuran ve piyanoları çok hor kullanan) Beethoven’ın tavsiyelerine uyarak bir mekanizma daha geliştirildi, daha güçlü piyanolar yapıldı ve sesini arttırabilmek için ikinci bir harmoni tablası ilave edildi. Fransa’da Sébastian Erard (1752-1831), ilk piyanosunu 1777’de yaptı. Piyanoya getirdiği yenilikler, kısa zamanda, bütün diğer memleketlerde duyuldu, piyanolarının şöhreti arttı.

1795’te, Ignace Pleyel, (1757-1831), -38 çocuklu bir ailenin yirmi dördüncü çocuğu Strazburg’dan Paris’e geldi. Pleyel, Haydn’in talebesi idi, pek çok bestesi vardır. Paris’te önce bir müzik mağazası açtı ve 1807’de kendi piyano fabrikasını kurdu. Pleyel de piyanoda yenilikler yaptı, piyanoları meşhur oldu. Alzaslı bu iki büyük rakip arasındaki mücadele, piyanonun gelişmesi bakımından, bütün müzik dünyası için çok faydalı olmuştur. Bu mücadeleden Erard, 40 yıldan beri üzerinde çalıştığı bir buluşu piyanolarına uygulamakla (double échappemnet) 1822’de galip çıkacaktır. Bu çok önemli buluş, piyano imalatını olduğu kadar, piyano çalış tekniğini ve piyano edebiyatını da altüst etti. Kısa zamanda Pleyel, Erard’ın piyanolarının üstünlüğünün farkına vararak bu sistemi diğer bütün piyano fabrikaları gibi kabul etmek mecburiyetinde kaldı. Bugün, bütün piyanolarda hâlâ bu sistem kullanılmaktadır.

Bu arada; Avrupa’da binlerce piyano imalâthanesi veya fabrikası açıldı. Amerika’da da piyano büyük gelişmeler gösterdi. Avrupa’daki piyanolar 5 oktav iken, Amerika’da 7 oktavlık, 2 metre boyunda piyanolar imal edildi. 1825’te Boston’da Alpheus Babcock, tek parçalı dökme piyano gövdesinin patentini aldı ve çapraz telli piyanolar imal etmeye başladı. Çapraz tel sistemi tellerin daha uzun olmasını temin ediyor, bu uzunluk sebebi ile daha fazla gerilmeleri gereken tellerin bu kuvvetini de tek parçalı dökme sistem karşılıyordu.

20. yüzyılın başında piyano imalâtı bütün dünyada, irili ufaklı fabrikalarla büyük boyutlara ulaşmışken, Saray Marangozhanesi’nde 1906’da bir Türk piyanosu imal edildi. (Benim Kastamonu’daki tespitlerime göre 1904’te) Bu sıralarda, yalnız Almanya’da 600’den fazla piyano fabrikası vardı. Bunların hepsi yeni arayışlar içinde idi. Nitekim Cristofori’den bu yana piyanoda, mekanizmasından sesine, kolay çalınmasından sesinin kuvvetine kadar yeni buluşlar yapılmış, yenilikler aranmıştı. Saray Marangozhanesi’nde piyano ustası Kastamonulu Mehmet Efendi’nin yapmış olduğu piyano ise, mevcut bir piyanonun iyi-kötü bir kopyasından başka bir şey değildi.

Mehmet Efendi’nin piyanosu, tahta şasili ve düz tellidir, ses tablosu ladinden yapılmıştır. Yedi oktav, (sol-la), iki pedallıdır. Kapalı mekanizma denilen tarzda, üstten surdinlidir. Mekanizmasının her parçası elde yapılmıştır. İşçiliği her yerde fazla itinalı değildir. Parçalı fildişi kaplı olan tuşların boyu normalden 1,5 cm. daha uzundur.

İmalat sırasında tuşlar Arap harfleri ile numaralandırılmıştır. Piyanonun üzerinde veya içinde başka bir yazı yoktur. Dolmabahçe Sarayı Arşivi’ndeki şu kayıt piyanonun yapılış tarihini tespit etmektedir: “Piyano Ustası Mehmet Efendi tarafından Zat-ı şahaneye mahsus olmak üzere imal olunacak bir adet piyanonun altıyüz doksanüç kuruş masrafla vücuda geleceği hakkında tamirhanenin tezkeresi ve merbutu defter”. Bu kaydın tarihi 19 Kanunevvel 321, yani, 1 Ocak 1906’dır.

Piyano Ustası Kastamonulu Mehmet Efendi’nin Saray’daki diğer piyanoları da tamir ettiği anlaşılmaktadır. Saraydaki piyanoların birisinin içerisinde “Yıldız Saray-ı Hümayun Tamirhanesi Mamulatı, Mehmet Usta 1320 (1905)” yazılı bir plaket bulunmaktadır. Bir başka piyanonun kapağı içinde de “Tamirhane-i Hümayun mamulatı, sene 1323 (1908), Kastamonulu Mehmet Kulları” yazılı bir plaket bulunmaktadır. Plaketlerde “Tamirhane-i Hümayun mamulatı” yazılı olmakla beraber, bu iki piyanonun sadece tamir edilmiş oldukları anlaşılmaktadır.

Osmanlı Saraylarında veya İstanbul’un her hangi bir yerinde bundan başka bir piyano daha yapılmış olduğuna dair bir kayda rastlamadık.

1950 yılında, Ankara Erkek Teknik Öğretmen Okulu’nun Müzik aletleri Yapım Bölümü’nde, her şeyi ile Türk sanatçılarının emeği ile bir piyano yapılmıştır. Bu piyano, Türkiye’de yapılan ikinci piyano olmalıdır. (Bizim bilgilerimize göre Mehmet Usta altı piyano yapmıştır. Bu duruma göre bu piyano yedinci olabilir.) 1957 yılında Müzik Aletleri Yapım Bölümü Ankara Devlet Konservatuarı’na nakledilmiş, burada 1966 yılında bir, 1973 yılında da iki piyano daha imal edilmiştir. Dökme demir gövdeli ve çapraz telli olan bu piyanolar, halen Ankara Devlet Konservatuarı’nda kullanılmaktadır.”

T. Aytaç YALMAN