9 Ağustos 2010 Pazartesi

Hayal Dünyamdan Uluslararası Klasik Müzik Fesitvaline

GİRİŞ

İnsan hayal ettiği kadar yaşarmış, gerçekten Turgutreis D-Marin’de hayata geçirilen bu festivalin öyküsü de hayal ederek başladı.

Uzun ve yorucu bir hizmet dönemini geride bırakıp emeklilik hayatımın yaz dönemimi geçirmek üzere Turgutreis’teki evime geldim.

2004 yılının bir Eylül akşamı üstü Sabancı Parkından Çatal Adalarına doğru denizdeki yatları ve yelkenlileri seyrederken adaların üstündeki güneşin giderek denize doğru inişini büyük bir heyecanla izledim. O müstesna güzelliğin ruhumda yarattığı huzuru anlatamam. Gördüğüm o renk cümbüşü ruh dünyamdaki sevgi ile birleşince, yaşadığım bu duyguyu anlatmak ve paylaşmak ihtiyacını hissettim. Kuşkusuz benim için en güzel anlatma şekli müzikti. Yaşadığım o müstesna duyguları nasıl paylaşacağımı düşünerek Turgutreis’e doğru yürümeye başladım ve bütün güzelliği ile Marina çıktı karşıma. İçeri girdim yat kulübüne doğru yürürken sol tarafımdaki çekek alanını ve biraz ilerideki amfiyi gördüm. İşte o zaman bana çok farklı duygular yaşatan gün batımının heyecanı ile amfide ve çekek alanında bir müzik festivali yapmanın mümkün olup olmayacağını düşünmeye başladım.

İşte o akşam, ay ışığının derinliklerinde, Turgutreis’in beyaz tebeşir evlerini, yakamozların lacivert denizdeki çırpınışlarını, Kos ışıklarının yanıp söndüğünü düşlerken havadaki bahar kokusunu hissettim. İşte o zaman, sevginin vazgeçilmez gücünü yakaladığımı gördüm. Martıların özgürce uçuşlarını izledim gökyüzünün koyu mavi gizeminde. Belki de mutluluk budur dedim kendi kendime. Belki de, Bodrum’un çığlıkları arasında yalnızlığın erdemiydi yakaladığım. Çünkü düşünüyor ve üretiyordum. Çünkü, coşkuyla akan bir nehir gibi geçen yaşamın şeffaflığı içinde, mutluluğu, sevgiyi hissediyordum. Bu duygular içinde bir yazarında ifade ettiği gibi içimdeki sanat eserini tamamlayacağımı düşündüm. Bu güzelliğin paylaştıkça büyüyeceğine inandım ve gerçekten bu gün yanılmadığımı görmenin haklı gururunu yaşıyorum. Çünkü, festival uluslarası seviyede tescillenmiş bir başarıya ulaştı.

2004 yılının Kasım ayında Doğuş Holding'in sanata gönül ve destek veren yetkililerinin müspet yaklaşımları ile 2005 yılında Doğuş Grubu'nun kurucu desteği ile ilk festivalimizi gerçekleştirdik.

Bu projeye başlarken, bugün yaşadığımız bu müstesna başarıyı hayal etmiş, bu duygu ve düşüncelerle çalışmaya başlamıştık. Çünkü sanatsever halkımızın içtenliğine ve klasik müziğe olan ilgi ve isteğine inanıyorduk. Bugün ne kadar isabetli bir karar verdiğimizi görüyor, bundan da haklı olarak gurur duyuyoruz.

Başta Doğuş Grubu olmak üzere emeği geçen herkesi, kadirbilirliğimizin bir ifadesi olarak şükran duygularımızla anıyoruz.


FESTİVALİN AMACI

Müzik bilindiği gibi; bireysel bilincin, toplumsal şuur ve heyecanın gelişmesine katkı sağlar. Toplum ve insanı duygusal anlamda geliştirir. Hoşgörü dünyasını zenginleştirir. Bugün çok ihtiyaç duyduğumuz insanlar ve toplumlar arasındaki farklılıkların asgariye indirilmesine yardımcı olur. Diğer taraftan şiddet ve kavga kavramının yumuşatılmasını sağlar. Savaşlar ve felaketlerle dolu bir dünyada kuşkusuz hoşgörüye her zaman ihtiyaç vardır. Bunun ancak müzik ile çözümlenebileceğini düşünüyorum.

Bilindiği gibi; klasik müzik ile duyarlı hale gelmiş insanların ferdi ve sosyal yaşamlarında ciddi müspet gelişmeler olur. Müziğin kazandırdığı temiz duygu ve hayal gücü, müzik ile eğitilmiş insanlara ayrı bir zarafet ve nezaket kazandırır. Çünkü müzik hayatın gerçek özünü derin bir biçimde anlatır. Bu bakımdan duyguları temizler. İşte, bu projenin uzun vadeli amaçlarından biri de yukarıda ifade edilen insan tipini yaratmaktır.

Huzur ve mutluluğun dünyaya hâkim olması, kuşkusuz insanların özgür ve bilinçli olması ile mümkündür. Daha açık olarak ifade etmek gerekirse; insanların uygarlaşmasının sağlanması önemlidir. Müzik, bu amaca ulaşmada önemli bir vasıtadır. Müzik estetik ve duygusal fonksiyonları ile uygarlığın insanın kalbine yerleşmesinde çok önemli bir görev üstlenmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere bu festival ile müzikle huzurlu bir dünya yaratılmasına yardımcı olunmaya çalışılmaktadır.

Bilindiği gibi insanların kullandığı ortak dil müziktir. Bu ortak dil ne kadar çok benimsenir ve gelişirse insanlık âlemi adına kavrayıcı ve bütünleştirici sonuçlara ulaşmak mümkün olacaktır.

Yukarıda ifadeye çalışıldığı gibi, bu festivalin amacını şöyle özetleyebiliriz. Ulusal alanda ülkemizin sanat ve kültür hayatına katkıda bulunmak,
Uluslararası düzeyde farklı kültür ve değerlerin sağlıklı bir zeminde buluşmasını sağlamak, dolayısıyla, uluslararası çatışma ortamının asgariye indirilmesi ve hoşgörü ortamının yaratılmasına yardımcı olmaktır.

Amaçlanan hedef kitle, toplumun çeşitli kültür seviyesinden ve her yaş grubundan insanlardır. Bu nedenle, program klasik müziğin en seçkin örnekleri yanı sıra herkesin dinlemekten mutlu olacakları eserlere de yer vermek suretiyle insanlara Klasik Müzik sevdirilmeye çalışılmakta, Senfonik müzik, Şan ve Bale ile desteklenerek program daha renkli hale getirilmeye çalışılmaktadır. Bu festival, aynı zamanda ilklerin yoğun bir şekilde yaşandığı bir festival olma özelliği taşımaktadır. Bu festival;
- Marina da yapılan ilk Klasik Müzik festivalidir.
- Gün batımı ve gece konserlerinin aynı günü paylaştığı tek konserdir.
- Türkiye gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda bir Açık Hava Klasik Müzik Festivalinde seksen bine yakın sanatseverleri buluşturan tek konserdir.
- Programlarında Türkiye’nin ilk ve tek çocuk orkestrasına yer veren tek konserdir.

Kuşkusuz bu amaçlara marinaların bir kaç özelliğinden de söz etmek mümkündür.
Bildiğiniz gibi, marinalar sadece teknelerin bağlandığı, sezonluk uğrak yerleri değil. Aynı zamanda kültürlerarası geçişin önemli adresleridir.
Dünyanın her yerinde marinalar, bulundukları bölgede bir yaşam alanı ve kültürü de oluşturuyorlar. Bizde bu etkinlik ile bu görevleri yeterince yerine getirdiğimize inanıyoruz.

FESTİVALİN ALTI YILLIK GELİŞİMİ

Bu altı yıl içinde, ulusal ve uluslararası düzeyde senfonik ve oda orkestralarını, dünyaca meşhur klasik müzik ve bale sanatçılarını, meşhur opera eserlerini ve solistlerini sizlerin beğenilerine sunduk. Sizlerden aldığımız enerji ile daha iyiye, daha güzele ulaşmaya çalıştık.

Mutluyuz, çünkü; altı yılda sizlerin de katkısı ve desteğiyle, D-Marin Turgutreis Klasik Müzik Festivali kendi alanında referans organizasyonlardan biri haline geldi.

Geçen altı yılın içinde, festivalimizde yerli sanatçılarımızın yanısıra, dünyanın sayılı sanatçılarını da misafir ettik.

D-Marin Turgutreis Klasik Müzik Festivalimiz, dünyada çok az sayıda festivalin üyeliğe hak kazandığı Avrupa Festivaller Birliği’ne kabul edilerek, uluslararası niteliğini pekiştirmiş oldu.

Ayrıca bu süre içinde Türkiye’nin ilk senfonik çocuk orkestrası, Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası bu dönemde kuruldu.

Geçen altı yılı özetlemek gerekirse;
“D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali”nin ilki, 10–13 Eylül 2005 tarihlerinde gerçekleşmiştir. “Sevgi ve Barış” temalı festival için Kos, Kalimnos ve Laros Adaları’ndan Turgutreis’e tekne seferleri düzenlenmiştir.

“Aşk ve Sevgi” temalı ikinci festival, 25 – 28 Ağustos 2006 tarihleri arasında gerçekleşmiştir.

30 Ağustos – 02 Eylül 2007 tarihleri arasında üçüncüsü düzenlenen festivalin teması; değerli müzik adamı Ahmed Adnan Saygun’un doğumunun 100.yılı nedeniyle “Ulusaldan Evrensele” olarak belirlenmiştir.

22 – 25 Ağustos 2009 tarihleri arasında dördüncüsü düzenlenen festivalin konsepti “Vatan Sevgisi” idi.

Beşinci D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali 22–25 Temmuz 2009 tarihleri arasında düzenlenmiştir. Konsept “Büyük Besteciler, Usta Yorumcular” olarak belirlenmiştir.

Altıncı D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali 19-23 Temmuz 2010 tarihlerinde “Müzikte Romantizm” teması ile ifade edilmiştir.

Düzenlendiği ilk yıl 7 bin, ikinci yıl 12 bin, üçüncü yıl 13 bin 500 ve dördüncü yıl ise 14 bin 100, dinleyiciye ulaşan festival, beşinci yılında Avrupa Festivaller Birliği’ne (EFA) kabul edilmiştir. Beşinci yılında festivali yaklaşık 15 bin seyirci izlemiştir. Bu sene (altıncı sene) ise toplam 17 bin 250 kişiye ulaşılmıştır. Böylece toplamda yaklaşık 80 bin kişiye ulaşılmıştır. Önümüzdeki yıllarda da artan bir ilgiyle takip edilmesi, bu yolla ülkemizde klasik müziğin geniş kitlelere dinletilebilmesi, yabancı sanatçı ve orkestraların Türk izleyicilerle daha fazla buluşması hedeflenmektedir.

Festival programını hazırlarken dikkate aldığımız bir diğer husus da; çeşitli ülkelerden farklı sanatçı yorumlarını sizlere takdim edebilmekti. Bu güne kadar bu ilkeye sadık kaldık.

Ayrıca; her sene Türk bestecilerinin eserlerine yer vermek suretiyle, Klasik Müziğimizin gelişmesine hizmet etmeye çalıştık. Bunun dışında, programın düzenlenmesinden de anlaşılacağı üzere, Uluslararası düzeyde Klasik Müziğe emeği geçen Türk ve yabancı bestecilerin ölüm ve doğum günlerini dikkate almak suretiyle onlara şükran duyguları ile yaklaşmaya çalıştık. Chopin, Çaykovski, Mozart, Schumann, Vivaldi, Handel, Liszt gibi bestecilerin yanı sıra Adnan Saygun, Nüvit Kodallı, Ferit Anlar, Ulvi Cemal Erkin, Muammer Sun ve Fazıl Say’ın eserlerine de yerverdik.

Bilindiği gibi bu festivalde Ulusaldan-Evrensele, baroktan moderne kadar çok geniş bir yelpaze içinde klasik müziğin en seçkin eserlerine yer verilmiştir. Eserlerin farklı dinleme alışkanlıklarına sahip insanlara hitap edecek şekilde seçilmiş olması nedeni ile festival olağanüstü ilgi görmüş ve hedeflenen amacına ulaşmıştır.

Bu altı yıl içinde Günbatımı konserlerinde 8 kuartet, 26 soliste yer verdik. Gece konserlerinde ise, 25 yerli ve yabancı orkestra ve yine yerli yabancı 44 sanatçıyı misafir ettik. Bu solistlerden Hasan Gökçe Yorgun, Aslan Büyükkaya, Nil Kocamangil gibi çocuk yıldızlarımıza da sahnelerimizde yer verdik.

SOSYAL SORUMLULUK ANLAYIŞI

Bu festivalden elde edilen gelirler yine sosyal ve kültürel hayatımıza katkı amacı ile kullanılmaktadır.

Şimdiye kadar D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali ve Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası’nın konserlerinden elde edilen gelirler, Anadolu’nun dört bir yanındaki Güzel Sanatlar Liseleri’ne enstrüman bağışı için kullanılmıştır.

2005 senesinden bu yana; Adıyaman, Bingöl, Isparta, Şanlıurfa, Uşak, Tokat, Konya, Kocaeli, Sivas, Kars, Hatay, Bartın, Niğde, Erzincan, Siirt, Edirne, Denizli, Diyarbakır, Bandırma ve Siirt ile birlikte toplam 20 ilde Güzel Sanat Liseleri’ne bağışta bulunulmuştur. Bu illerdeki öğrenciler; okullarının ihtiyaçlarına göre, piyano, keman, viyola, viyolonsel, gitar, kanun, tambur, flüt, trompet, davul gibi enstrümanların yanı sıra, nota sehpası, kitap ve CD olarak Türk ve dünya müziğinden klasik eserlere sahip olmuşlardır.

Bu sene itibarıyla ise satın alınan biletlerden sağlanacak gelir, TOHUM Otizm Vakfı’nın özel eğitim kurumunda öğrenim gören çocukların eğitim materyallerinin sağlanması ve otizm alanında uzmanlaşacak öğretmenlerin eğitimine katkı için kullanılacaktır. Bu sene satılan biletlerden 100.000 TL’nin üzerinde bir gelir elde edilmiştir ve tamamı TOHUM Otizm Vakfına bağışlanacaktır.

SONUÇ

Geçtiğimiz altı yılın bir özetini yapmak gerekirse, bir taraftan uluslararası düzeyde kendini kanıtlamış, kurumsallaşmış ve sürekli hale gelmiş ciddi bir müzik olayı, diğer taraftan Doğuş Grubu'nun kurumsal sorumluluk anlayışının gereği olarak yapılan ve yapılacak olan sosyal içerikli yardımları görüyoruz.

Festival; henüz altıncı yılında olmasına rağmen uluslararası arenada takip edilen, sanatçılarımızın yer almaktan onur duydukları bir etkinlik haline gelmiştir. Çünkü festivalimiz sağlam temellere dayanmaktadır.

Yine hepimizin çok iyi bildiği gibi, Klasik Müzik insanları daha iyi bir geleceğe taşımanın müstesna bir aracıdır. Bu açıdan ulusal eğitimimize ve kültürümüze anlamlı ve ciddi bir katkı sağlanmış olmaktadır.

Anlamlı bir kültür hizmeti olduğuna inandığımız bu festival ile, toplumun her kesitinden, duygulu insanların sevgi ve barışın geliştirilmesi adına daha duyarlı bireyler olarak daha gür bir sesle, insanlığın kardeşliği için mücadele edeceklerine inanıyorum.

Çünkü aydınlanmanın, duygusal ve estetik yönünü geliştiren müzik, hoşgörü dünyamızı zenginleştirir. Bu bakımdan faklılıkları asgariye indiren en önemli bir araçtır. Bu yönüyle de şiddet ve kavganın ortadan kalkmasına yardımcı olur. Farklı kültürlerin müzikal değerlerini bir ortak paydada buluşturur. Dolayısıyla sağlıklı bir sosyal düzenin yaratılmasına bu yönüyle katkı sağlar.

Klasik müzik insanları özgün ve estetik bir anlayışta birleştirir ve bu yönü ile ortak bir fikir dünyası geliştirir. Bu festivalin başladığı 2005 yılından bu yana gerçekleştirilen aktiviteler hem bölgesel hem de Türkiye çapında ortak bir fikir dünyasının gelişmesine ciddi anlamda katkı sağlamıştır. Bu yönü ile kültür iletişimi gerçekleştirilmiştir.

Bilindiği gibi kültür iletişimi, toplumların kendini oluşturan bireylere belli bir kültürü aktarma, kazandırma, toplumsal ve evrensel değerlere sahip insanı eğitip yaratma ve onu denetim altında tutma kültürel birlik ve beraberlik sağlama dolayısıyla toplumsal ve evrensel barış ve huzuru sağlama süreci olarak görülmelidir. Bu festivalde ifade edilen kültür iletişiminin azami sonuçlar verdiğini bu anlamda müspet çıktılar aldığımızı söyleyebilirim.

Festival ile ilgili düşüncelerimi özetledikten sonra sanatsever okuyucu ve dinleyicilerimizi istifade edeceğine inandığım müziğin nasıl dinleneceğine temas etmek istiyorum.

Bilindiği gibi, müziğin yüzlerce tarifi yapılmıştır. Ancak ben bugün sizlerle kısa bir tanımlamadan hareketle, daha önce fazla temas edilmemiş bir konuyu “müziğin dinlenmesi” gibi oldukça soyut bir kavramı açıklamak, bu konuda amatör bir dinleyicinin gözüyle, bilgi ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.


Bir ifadeye göre müzik; ‘‘sesle düşünmektir’’ o zaman bu düşüncenin metotlarını, genişlik ve derinliğini belirlemek ihtiyacında olduğumuzu kuşkusuz sizlerde kabul edeceksiniz.

Müzik yalnız belirli mekânlarda, konser veya başka bir sahne sanatı dinleme veya izlemenin dışında, bulunulan her ortamda, doğada var olan güzellikleri hissetme ve görme ile ilgilidir. Diğer bir ifade ile müzik aracı ile hayatı hissedebilir, ruhumuzun sükun bulması ile duygusal bir deşarj yaşarız.

Klasik müzik tarih boyunca birçok nesil için zevk, neşe, ilham ve teselli kaynağı olmuştur müzik bir eğlence aracı olarak hizmet verdiği kadar, hatta daha ciddi anlamda insan deneyimlerinin ve duygularının zihinsel ve fikri gelişimine yardımcı olmuş ve bunlara ışık tutmuştur.

Müzik yaratıldığı ve dinlendiği ortam ile yakinen ilgilidir. Bu yönüyle müzik için; çağının dünya görüşüdür diyebiliriz.

Seslerle düşünme sanatı olduğunu ifade ettiğim klasik müziği derinliğine ve genişliğine kavrayabilmek daha açık bir ifade ile anlayabilmek veya müziğin seslerle düşünebilme yöntemlerini bulabilmek için, dinletiden önce kapsamlı bir hazırlık yapılmasında sonsuz fayda vardır.

Öncelikle fikri ruhi ve bedensel anlamda müzik dinlemeye hazır olmalıyız zihni ve bedeni yorgunluk içinde müziğe konsantre olmak onun derinliklerine inmek son derece zordur. Bu yönüyle müziği dinlemeye hazır olmak, dinlemenin bence yarısıdır.

Bir dinletiye gitmeden önce o programda çalınacak eserler ve besteciler hakkında bilgi sahibi olunmasında, eserin anlamlı bir şekilde dinlenmesi açısından fayda vardır. Bu arada çalınacak eserin kaç bölüm olduğu önceden öğrenilmek suretiyle alkışlanacak yerler bilinmeli, sanatçının konsantrasyonu bozulmamalıdır.

Dinlenen müziğin bestecisinin söz konusu eseri ne amaçla ve nasıl bir ruh hali içinde yazdığının bilinmesinin ayrı bir güzelliği vardır. Bu bilgiler ile dinlenen bir eserin kaç bölüm olduğunu her bir bölümün neyi amaçladığını bilmenin eserin derinliklerine inmek acısından bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum. Bu husus sanatçı ile dinleyici arasındaki iletişim acısından da fevkalade önemlidir.

Müziği anlamak ve değerini kavrayabilmek için müzik parçalarının tekrar takrar dinlenmesi tavsiye edilir ki bende bu fikre bütün kalbimle iştirak ediyorum.

Konu ile profesyenel anlamda ilgilenenler için (Gary Tomlinson ve Joseph Kerman’ın “LISTEN” isimli kitabını) tavsiye ederim bu dokümandaki dinleme cetvelleri ilgi duyanlara kapsamlı bilgi verecektir.

Ayrıca müzik kavramları ve terimleri hakkında bilgi sahibi olmak, müzikte duyduklarımızı daha iyi anlamamızı sağlayarak bizlere yardımcı olur. Konular hakkında analizler yapmak, doğru terimler kullanabilmek için bu bir zorunluluktur.

Müzik bütün güzel sanatlar içerisinde müstesna etkileme gücüyle dinleyenlerde yarattığı duygusal yoğunluk içinde bizleri günlük yaşamın dışına çıkararak yeniden güç kazanma ve kazanılan bu yüce değerleri paylaşma imkânı ve güzelliği verir.

Müzik, insan ruhiyatındaki etkisi itibarıyla ahlaki yönden de insanı etkiler, yozlaşmış toplum yapısını yeniden düzenlemede önemli bir rol oynar. Geleneklerimizin devamında önemli bir vasıta olma özelliği taşır.

Müzik sonuç itibarıyla bizlerde oluşan ruhsal tortu ve birikimi güçlendirir genişletir ve duygularımızı yüceltir. Kuşkusuz dinleyenlerin müzik bilgisi ve derinliği sonuçta alınan zevk ile yakınen ilişkilidir.

Müziği dinlerken, müziğin diğer kültürleri anlamada bir araç olduğu da gözden ırak tutulmamalıdır.

Uzun bir zaman dilimi içerisinde müzik dinleyen kimselerde geniş bir kültürel bakış açısı gelişir, iyimser bir dünya görüşü oluşur. Daha açık bir ifade ile dinleyenlerde duygusal bir zevkin yanısıra entellektüel düşünce de gelişmiş olur.

Müzik dinleyen insanların kanaatimce bilmek durumunda oldukları bir diğer husus da müziğin bir ideoloji aracı olarak çok özel bir güce sahip olduğu gerçeğidir. Bu nedenle bu güçlere karşı korunmak için müziği yalnız dinlemek yetmez okumakta gerekmektedir.

Çünkü müzik sadece dinlenmesinden zevk alınabilecek bir araç olmanın ötesinde bir kültürdür. Kendine has dili olan bir kültürdür.

Siz hiç içinde müziği barındırmayan bir kültür biliyor musunuz? Bu nedenle dinleyici olarak bizler müzikle düşünmeyi öğrendiğimiz ölçüde kendi değerlerimizi ve dünya değerlerini anlamış oluruz.

Klasik müzik aynı zamanda genç ve yaşlı kuşaklar arasında duygusal ve entellektüel bir köprü görevi görmektedir.

Müzik dışında sanatın birçok çeşidinde örneğin resimde, diğer sahne gösterilerinde somut bir objeyi hareketi görerek değerlendirmemiz mümkünken müzik gibi dinlemeye dayalı bir sanat türünde hissedebilmek diğerlerine göre daha zordur. Özellikle farklı bir kültürden müzikle uğraşmanız ve onu öğrenmeniz için belli bir zamana ihtiyaç vardır.

Aytaç YALMAN

Vefasızlık Üzerine Düşünceler

Toplumsal hayatımızda eksikliğini hissettiğim bazı kavramları dostlarımla paylaşmanın isabetli olacağını düşündüm. Nitekim bu yazımdan önce sevgi kavramını irdelemeye çalıştım. Aldığım müspet tepkiler beni bir başka önemsediğim kavram olan “Vefasızlık” kavramına yöneltti.

Bir taraftan refah toplumunun yarattığı insan tipi, diğer taraftan yoksulluğun şekillendirdiği sosyal düzen veya düzensizlik, insanı kendisinden, doğadan ve en önemlisi diğer insanlardan uzaklaştırdı. Kuşkusuz bu çarpık yapı insanları bencilleştirdi ve nihayet “ferdiyetçilik olgusu” kişiyi toplumdan soyutladı.

Çoğu zaman insanlar hayatın acımasızlığı içinde kalabalıkta dahi yalnız yaşamaya başladılar. Bu ortam içinde çözümlememiz gereken en önemli sorunlardan biri; insanların sevgiye karşı sevgi, güvene karşılık güven ile karşılık vermesi olmalıdır.

Birçok tarifi olan vefasızlığı ben kendi anlayışıma göre şöyle tanımlayabilirim. “Gösterilen sevgiye, güvene, umuda, sadakate, dostluğa ve söze karşılık bulamamaktır.” Vefa ve dostluk ikiz kardeş gibidir. Dostluğun asaletine, sevgi dolu hayallere ihanet etmektir vefasızlık…

Kültürümüzde menfi düşünme ve davranma önemli bir yer tutmakla birlikte, manevi ve entelektüel gözlemler ortaya koymuşturki, müspet düşünen uyumlu insanlar, hayatı algılama ve kavrama biçimleri ve davranışlar sonucu başarılı ve mutlu olmuşlardır.

Bütün bu olumsuz sosyal yapıya rağmen yeni bir sevgi ahlakını şekillendirmek mecburiyetinde olduğumuzu düşünüyorum. Sevgi ahlakını oluştururken otoriter bir temele dayandırmadan itaatin erdem, itaatsizliği günah veya saygısızlık olarak gören zihinsel bir yapı oluşturmamalıyız. Ahlak anlayışını otokontrole dayanan bir zeminde geliştirmeliyiz. Çünkü itaat kültürü, beraberinde suçluluk duygusuna ve zaman içinde isyankârlığa yöneltiyor insanları. Kuşkusuz bu durum saygısız mutsuz ve çalışmamızın esas konusunu teşkil eden “Vefasızlık” duygularını geliştirmektedir.

Daha önce sevgi kavramını açıklarken Fromm’un sevgiyi dört ana başlık altında incelediğini ifade etmiştim. Hatırlanacağı gibi bu dört husus;
Emek, sorumluluk, saygı ve bilgidir.
Esasen vefasızlığın bilimsel açıklamasında da yine bu dört unsur ile ilişkilendirilmesinin yerinde olacağını düşünüyorum. Çünkü vefa da emek, sorumluluk, saygı ve bilgi ister eğer bu dört husus yoksa vefasızlık var demektir.

Bu kısa açıklamadan sonra; ciddi bir problem olduğuna inandığım “Vefasızlık” kavramına bilimsel bir zeminde cevap aramaya çalışılacaktır.

Söz konusu sorun; psikanaliz veya derinlikler psikolojisinin kurucusu Sigmund Freud’un insan duygularını özellikle nefret, sevgi, itaat, vefasızlık, saldırganlık, kıskançlık gibi akla uygun olmayan irrasyonel duyguların sebeplerini anlamak ve onları bilimsel olarak ele almak için geliştirdiği kavramların ışığında çözümlenmeye çalışılacaktır.

Esasen, Freud’un ilgilendiği bu konular Shakespear, Balzac, Dostoyevski gibi yazarların eserlerinde ele alınmıştır. Burada açıklamaya çalıştığım husus daha önce de ifade edildiği gibi vefasızlık kavramının arkasındaki sebeplere bilimsel bir cevap aramaktır.

Freud’un öğretisindeki temel kavramlardan biri Bastırma’dır. Genelde farkına varmadığımız bazı olaylar bizim harekete geçmemizde etkili olurlar. Burada vefasızlığında zaman içinde bastırılmış duyguların bir sonucu olarak ortaya çıkabileceğini ifade edebiliriz. Freud’un konuya ilişkin ikinci kuramı Direnme (yada karşı koyma)dır. İnsan davranışlarının arkasındaki gerçek sebeplerin farkına vardırılması ve insanların buna karşı direnme ile karşılık vermesi halidir. O kadarki insanlar bu konuda bilgi sahibi olmak istemezler. Bastırılmış bir duygudan haberdar edilen insanlar bundan memnun olmazlar ve buna direnç gösterirler. Vefasızlık gösteren bir insana davranışlarının geri planındaki gerçekler anlatılsa dahi, çoğu zaman o kişi bu konu ile ilgilenmez.

Freud’un üçüncü temel kuramı ise hislerin psikolojik olarak bir başkasına yönelmesi anlamına gelen Aktarma, ya da Yansıma kavramıdır. Bu kavram; dünyayı kendi arzu ve korkularımızın gözlüğünden görmemizi sağlar. Neticede de gerçek ile hayali karıştırmamıza yol açar bu açıdan bakınca başka insanların gerçek halleri ile değil olmalarını istediklerimiz biçimde görürüz. Yani hayal gerçeğin yerini alır. Böylece diğer insanları oldukları gibi değil de bize göründükleri gibi algılarız. Onlara karşılık verdiğimizde de gerçek insanları değil hayalimizde ürettiklerimize karşı bir tepki göstermiş oluruz.

Aktarma ve yansıma kavramına özellikle herkes kendi yaşamından çok çarpıcı örnekler bulabilir. Konumuz olan vefasızlığın belki de en somut örneklerini bu kavram ile izah etmek mümkündür. Hayatımızda yüzlerce kere yaşadığımız vefasızlık olayının hayal ile gerçek zeminde nasıl şekillendiğine çoğu zaman kendi yaşamımızda şahit olmuşuzdur.

İncelemelerim sırasında mutsuzluk ile vefasızlık arasında ciddi bir ilişki olduğunu gözlemledim. Mutsuz insanlar genellikle sevgisiz ve vefasız oluyorlar.

Konuya ilişkin entelektüel yaklaşımdan sonra insanları vefasızlığa yönelten sebepleri özetlemeye çalışacağım:
  • Kurban psikolojisinden kurtulmadan adaletsizliğe uğramışlık duygusunun abartılması.
  • Üstünlük kompleksi, diğer bir ifade ile kendini fazla büyük görme anlayışıdır. Bilindiği gibi Adler tarafından ortaya atılan bireysel psikolojinin temel ilişkilerinden biri olan üstünlük kompleksi, kişinin doğuştan var olan aşağılık kompleksine dayanarak kendini diğer insanlardan daha üstün görme, yücelme karmaşası olarak izah edebilir. Bu tarz kişilerde daima üstün duruma geçme, sahip olma, kendini kahraman gibi görme davranışları gözlenebilir. Bu kompleks içindeki insanlar beklediklerini bulamayınca vefasızlaşabiliyorlar. Dışarından gelen övgüleri gereğinden fazla abartan insanlar kendi gerçekleri ile ilişkilerini kopartabiliyorlar, dolayısıyla gerçek olmadığı halde kendini üstün görmeye başlıyorlar. Kuşkusuz bu davranışın aksi yine Adler tarafından ortaya atılan, kişinin bazı yönleri ile kendini diğerlerinden aşağı durumda hissetmesi olayıdır. Bu komplekse sahip kişiler genellikle kendini ispat etme çabası içindedir. Özellikle özgüven eksikliği, saplantı bozukluğu, kültürel yozlaşma aşağılık komplekslerinin sebepleri arasında sayılabilir. Kuşkusuz bu davranış bozukluğu bastırılmış duygulardan kurtulunca vefasızlık olarak kendini göstermektedir.
  • Başkalarının, hakkında ne düşündüğünü fazla önemsememe, bazen insanların toplumun veya diğer insanların duygusal, sosyal veya fiziksel yaşamlarına ilgi duymadıkları, kayıtsız kaldıkları görülmüştür. Bu davranış biçiminin de vefasızlık ile sonuçlandığını gözlemlemişimdir.
  • Geçmiş yıllarında suçluluk ve buna bağlı utanma duygusunun etkisi altında bulunan kişiler üzerinden bu baskının kalkmasının vefasızlık davranışları ile sonuçlandığını az da olsa müşahede etmişimdir.
  • Kıskançlığın vefasızlık olgusunda özel bir anlamı olduğunu gözlemledim. Başkasının sahip olduğuna kendisinin de sahip olma gerekliliğini hissettiren bir duygu, karmaşık ve olumsuz bir ruh halidir. Oysa ki kıskançlık yerine hayranlık duyguları geliştirilirse kanaatimce kişi özgürleşir ve mutlu bir insan olabilir. Bunun için insanların kendini bir başkası ile kıyaslamaması gerekmektedir. Bu konuyu Nietzsche’nin anlamlı bir sözü ile kapatalım. “Öfke ve kıskançlık duygularından arınmış olacak kadar yüce değilseniz. Bari bu duyguları inkar etmeyecek kadar yüce olun.”
  • Hayal kırıklığının bir insanın beklentilerinin boşa çıkması halinde ortaya çıkan bir duygu olduğunu çoğu zaman gözlemledim. Aslında hayal kırıklığı, bazen pişmanlık duygusu ile karıştırılmaktadır. Kuşkusuz arasındaki fark hayal kırıklığının kişinin kendi davranışlarından ziyade kendi kontrolü dışında gelişen bir sonuçla ilgili olmasıdır ki, çoğu zaman kendi kontrolünün dışında gelişen olaylardan sorumlu tuttuğu kişi ve kurumlara karşı vefasızlık içinde olduğunu gözlemlemişimdir.
  • Yukarıda ifade etmeye çalıştığım davranış biçimlerine önyargı, düşmanlık, gücenme gibi daha birçok hususu eklemek mümkündür. Örneğin gücenme; bir insanın karşısındaki kişinin ona yaptığı veya yaptıkları yüzünden ona karşı içinde bir kırgınlık oluşması ve bununla birlikte içinde oluşan üzüntü ve kırgınlıkla karışan bir duygudur. Kabul edileceği gibi bu çarpık ruh halinin sonucu çoğu zaman vefasızlık ile sonuçlanmaktadır.
Vefasızlık ile ilgili görüşlerimi ifade ettikten sonra insanlara ruhsal anlamda huzur vereceğini en azından düşündüreceğine inandığım birkaç hususa temas etmek istiyorum.
  • Aradığını bilmeyenlerin bulduğunu da anlamadığını izledim.
  • İnsanlar sahip olduklarını küçümsüyorsa sahip olamadıklarını önemsiyorlar.
  • Kendini eleştirebilen insanların doğruyu ve güzeli bulabildiklerini gözlemledim.
Bu konu ile ilgili görüşlerimi tamamlamadan önce, sağlıklı bir düşüncenin önemine işaret etmek istiyorum. Çünkü düşünce insan yaşantısının bütününü etkileyen çok özel ve önemli bir kavramdır. Bir filozofun da belirttiği gibi, düşünceler söze, sözler davranışlara, davranışlar alışkanlıklara, alışkanlıklar karaktere yönelir, karakter ise kaderi oluşturur. Kader de insanın yaşantısını belirler.

Aytaç YALMAN