Resmi açılışı Aralık ayında yapılacak olan “Süreyya Operası” bir çok Kadıköy’lü için anıtsal ve tarihi bir değer ifade eder. Çünkü biz o özel binayı hep Süreyya Sineması olarak tanıdık. Ancak bugün daha fonksiyonel ve anlamlı bir görev üstlendi bu özel bina. Çünkü o artık “Süreyya Operası” olarak Anadolu yakasının ilk ve tek opera binası olma onurunu kazandı. Onun için bu gece kültür ve sanat adına, aynı zamanda tarih adına önemli bir gece idi.
Bize bu mutluluğu yaşatan başta Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk ve emeği geçen sanat dostlarına şükranlarımızı ifade etmek istiyorum.
15 ayda 15 trilyon harcanarak sanatseverlerin hizmetine sunulan “Süreyya Operası”nın giriş ve genel kurgusu Pariste'ki Champs-Elysees tiyatrosundan, salonun iç mimarisi Alman tiyatrosundan alınmıştır.
Bu eserin; 1924 yılında dönemin özel sosyal ve tarihsel koşulları içinde Kadıköy’lülerin sosyal ihtiyaçlarını karşılamak üzere aslına sadık kalınarak yapımına başlanmıştır. Üç sene süren inşaat 1927 yılında hizmete girmiştir. Opera/ operet oynanması arzu edilen rağmen sinema salonu olarak hizmet vermiştir.
Bu konuda Kadıköy belediyesinin hazırladığı tanıtıcı kitap her yönü ile doyurucu bilgi ve belge ile ilgi duyanlara takdim edileceğinden, bu konuda detaya girmek istemiyorum.
Süreyya İlmen Türk toplumuna yüksek estetik kalitede bir sanat mekanı sunabilmek amacı ile bu eseri armağan etmiştir. Kendilerini bu vesile ile saygı ve şükranla anıyoruz.
“Süreyya Operası"ndaki büyüleyici ortam beni elli yıl öncesine, gençlik yıllarıma götürdü. Binanın bütünü, büyük salon ve balkonlar aynı güzellikte, aslına sadık kalınarak özenle yapılmış.
Özellikle balo salonu bende Cumhuriyetin ilk yıllarındaki aydınlanma ve kültür atılımının heyecanlı günlerini yaşattı. Çünkü salonun her köşesine Cumhuriyetin kokusu sinmişti adeta. Derin derin soludum o özel kokuyu bu arada salonda pencerelerin karşısına gelen duvarda trio veya kuartet icrası için özel surette hazırlanmış balkonun zerafeti dikkatlerimizden kaçmadı.
Kuşkusuz; bütün bu büyüleyici ortam, salondaki bilinçli bireylerin estetik duygularının büyüklüğünü hatırlattı bana.
“Süreyya Operası”nın perdeleri 28 Ekim günü ulusça yasını tuttuğumuz şehitlerimizin üzüntüsü içinde açıldı. Nitekim İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü ve sanat yönetmeni Suat Arıkan'ın konuşmasında da o hüzünlü hava hakimdi. Arıkan'ın ilk gece yaptığı bu anlamlı konuşmayı tarihe not düşmek amacı ile sizinle paylaşmak istiyorum.
“Sevgili Süreyya Paşa Hazretleri,
Sen 80 sene bekledin, hayallerin gerçek olsun diye...
Biz, 40 sene bekledik, Kadıköy'de şarkı söyleyelim-dans edelim diye...Gelecek kuşaklarsa; sana ve tüm emeği geçenlere dua edecek, buradan beslenip daha doğru, daha “güzel insan” oldular diye...
Senin bu mirasına konan bizler, bugünü kutlarken davullar-zurnalar çalarak Kadıköy'ü bayram yerine çevirmek isterdik.
Ancak; ülkemiz üzerinde oynanan çirkin oyunların bir devamı olarak, son günlerde tüm yurdumuzu acıya boğan terörist saldırılarla karşı karşıyayız. Ve üzüntümüz çok büyük....
Bu akşam; bu özel yapıda müzik yapacak olan İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestra ve Korosu, koro şefimiz Gökçen Koray, solistlerimiz sop. Sema Tüzün, mz. Aylin Ateş, ten. Hüseyin Likos, bas Gökan Ürben ve orkestra şefimiz Rengim Gökmen, Ahmed Adnan Saygun'un dev eseri Yunus Emre'yi, önce tüm insanlığa, sonra da ülkemizin özgürlüğü için canını veren şehitlerimize adayıp, onlar için şarkı söylemek istiyorlar.”
Konuşmanın sonunda şehitlerimizin aziz hatırası için saygı duruşu yapıldı.
Bilahare Belediye Başkanının kısa ve özlü konuşmasını dinledik, kendileri de şehitlerimizin yarattığı üzüntü nedeni ile resmi açılışın ertelendiğini ifade ettiler.
Eser; 61 kişilik orkestra, 81 kişilik zengin bir koro ile icra edildi. (Ayrıca 4 solist) Ahmet Adnan Saygun'un ölümsüz eseri “Yunus Emre Oratoryosu”ndaki mistik hava şehitlerimize bir dua mesabeside idi. Müziğin deruni havası, Anadolu’daki bin yıllık parlak tarihimizin felsefi derinliğini yansıtıyordu. Eserin her tınısında Anadolu insanın inanç dünyasının zenginliğini ve kanaatkarlığını hissettik. Sanata susamış üst düzey bir seyirci karşısında icra edilen eserde bilindiği gibi hayat, ölüm, tanrı ve insanlığın alın yazısı temaları özenle anlatıldı.
Tük ulusunun ilk büyük şairlerinden Yunus'un ruhunu seslendiren bu oratoryo 1943 yılında tamamlanmıştır. Eser ilk defa 1946 yılında Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinde, Cumhurbaşkanlığı Filarmoni orkestrası tarafından bestecinin kendi yönetiminde seslendirilmiştir.
Üç bölümden oluşan eser, değerli Şefimiz Rengim Gökmen yönetiminde çok güzel bir şekilde icra edildi. Mükemmel bir akustik içinde dinlediğimiz eserde belirtmeden geçemeyeceğim önemli bir husus da, birkaç mısra hariç, hem solistlerin, hem de koronun sözlerinin yeterince anlaşılmamış olmasıdır.
Bilindiği gibi, oratoryolarda söz de ses kadar önemlidir. Bu hususun müteakip temsillerde dikkate alınacağını ümit ve temenni ederim. Çünkü sözler özellikle korolarda derin ve güçlü bir anlatım kazandırır esere. Bilindiği gibi, bu eserin bir başka özelliği de eserin bütünü içinde sanat ve halk müziğimizin makamlarının kullanılmış olmasıdır. Bu husus esere yerli bir karakter kazandırmıştır.
Özellikle “Sensin kerim, sensin rahim” mısraları ile başlayan bölümler koral bir üslup ile mükemmel derinlikte bir ses ve ahenk zenginliğine ulaşmıştır.
Halil Bedi Yönetken'in eser ile ilgili fikirlerini kendi ifadeleri ile sizlere intikal ettirmek istiyorum. Çünkü bu şaheser eser, ancak bu mükemmellikte ifade edilebilir.
“Değerli bestecimiz Ahmet Adnan Saygun'un, içinde içli ve mistik duygularını bütün içtenliği ile ve nefis bir dille dile getirdiği bu büyük eseri, her şeyden önce, modern Türk müzik edebiyatına türünde ilk örneği kazandırmış oluyor. 600 küsur yıl önce yaşamış, dilini bugün anladığımız ve sonsuza kadar anlayacağımız büyük Türk şairinin nefis mısraları bestecimizin büyük ilgisi ve emeğiyle büyük bir form içinde müziklenmiş bulunuyor. Bu eser bir gün herhalde başka dillere de çevrilecek ve başka ülkelerde de söylenecektir. Adnan Saygun bu hareketiyle Türk edebiyatına, Türk kültürüne büyük oranda hizmet etmiş, bu eseriyle bütün dünya oratoryo edebiyatına yeni ve özel bir örnek kazandırmış oluyor.”Eserin bir gün başka ülkelerde de yorumlanacağını uman Halil Bedi Yönetken yanılmamıştı. Eser önce Fransa'da, sonra New York'ta BM sunulmuştur. Daha sonra Macaristan ve Almanya'da sahnelenmiştir. Bugün se Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde müzikseverlere sunulmaktadır. Kuşkusuz bu bizler için gurur kaynağı olmaktadır. Büyük emeklerle yeniden kazandırılan “Süreyya Operası”nın ulusumuza hayırlı olmasını, geleceğimiz olan gençlerimizin bu sanat yuvasından yeterince istifa edilmesini canı gönülden temenni ederim.
Aytaç YALMAN