İnsan hayatına anlam kazandırdığına ve zenginleştirdiğine inandığım Sanatın, çeşitli alanlarında bireylerin ve toplumların gelişmesine çok anlamlı katkıları olduğu muhakkaktır.
Bilindiği üzere, aydınlanmanın duygusal ve estetik yönünü geliştiren sanat, özellikle müzik, hoşgörü dünyamızı zenginleştirir. Bu bakımdan farklılıkları asgariye indiren en önemli bir araçtır. Bu yönüyle de şiddet ve kavganın ortadan kalkmasına yardımcı olur. Farklı kültürlerin müzikal değerlerini bir ortak paydada buluşturur. Dolayısıyla sağlıklı bir sosyal düzenin yaratılmasına bu yönüyle katkı sağlar.
Bir bakımdan sanat insanları özgün ve estetik bir anlayışta birleştirir ve ortak bir fikir dünyası geliştirir.
Sanat’ın, insanlardaki düşünce yeteneğini geliştirdiği uzun bir zamandır bilinmektedir. Kuşkusuz bu olgu toplumların geleceğinin şekillenmesine önemli katkı sağlamış, hümanizm ideallerinin derinleşmesine imkân vermiştir.
Müzik; tapınaklardan ve zenginlerin evlerinden halkın içine girdiği ölçüde bireyin ve toplumun gelişmesine yardımcı olmuştur. Çünkü müzik kendini ve başkalarını aşmaya, normların ve kuralların ötesine geçmeye yöneltir insanları. Onun içindir ki müzik; insanların kendi duygularını kaydettiği özel bir hafıza gibidir. Zamanı gelince bu duyguları ifade etme imkânı bulur. Esasen bu da insanların duygusal anlamda gelişimidir. Aslında yalnız duygusal anlamda değil bilimsel anlamda da insanların gelişimine katkı sağlar.
Bilim adamlarından bazıları müziği; seslerin akılcı kullanılması doğada var olan sesleri şekillendirme güzel olanın kaosun içinden çıkarılması, şeklinde yorumlamışlardır.
Bütün bu ifadelerden anlaşılacağı üzere, paylaşmayı içine sindirebilmiş toplumlarının gelişmesinde müziğin özel bir yeri vardır. Çünkü müzik, dünyadaki kaotik ortam içinde şiddeti kontrol ederek, toplumsal yaşamımızda belli bir denge kurmamızda özel görevler üstlenmiştir. Bilindiği gibi huzurlu, güvenli ve sağlıklı bir toplum yaratılmasında en önemli faktörlerden biri şiddetin ortadan kaldırılmasıdır. İşte bu nedenle müzik, insanların şiddetle savaşmasında önemli bir görev üstlenmiştir.
Bu giriş ile müziğin hayatımızda ne kadar önemli olduğunu, bireyin hoşgörü ve duygu dünyası ile düşünce yeteneğini geliştirdiğini açıklamaya çalıştım.
Toplumun çekirdeğini ve geleceğini şekillendirecek olan çocuklarımız ve gençlerimiz için müzik adına neler yapıldığını incelediğim zaman gerçekten dehşete kapıldım. Çünkü yok denecek kadar az sayıda yapıtla karşılaştım.
İlk opera ile ilgili kültürümü 1960 yılında Faruk Yener’in “Opera Tarihi” kitabında aldım.
Operanın değerli sanatçılarının birçoğunun henüz dünyaya gelmediği yıllardı bu yıllar.
O günden bu yana sayısını hatırlayamayacağım kadar bu konu ile ilgili kitap okudum. Yüzlerce opera izledim birçok operayı melodi olarak ezbere söyleyebilecek, kadar bu konu ile ilgilendim. Demek ki elli yıldır, yani bir ömür sayılacak kadar dikkatli ve sevgi dolu bir izleyici olmaya çalıştım.
Bu arada yurtdışında çok sayıda opera izleme imkânım oldu. Bütün bunlardan sonra belki haddimi de aşarak şuan opera ile ilgili bir değerlendirme yapmam gerekirse, Sanatçı kadrosunun hem nitelik, hem de nicelik olarak çok geliştiğini, hatta dünya çapında değerli sanatçılarımız olduğunu gördüm ve bundan gururlandım. Ancak opera seyircisinin gerek nitelik ve gerekse nicelik olarak değerli sanatçılarımızın seviyesine ulaşamadığını gördüm. Bu sanatı seven biri olarak bunun sebebini düşündüm ve şu sonuca vardım. Çok mahdut olan seyirci kitlesinde ciddi bir artış olmuyor. Çünkü opera repertuarına baktığımda son elli yıl içinde birçok eserin onlarca defa oynandığını görüyoruz. (Kuşkusuz bu belli bir isteği karşılamak amacına yöneliktir.) Bu konuda işaret etmek istediğim diğer bir konu; opera konularının (Librettolarının) çok basit ve çoğu zaman içinde yaşadığımız kendi gerçeklerimizi ifade etmemiş olmasıdır. Diğer bir hususda kendi ezgilerimizi bu gelişmiş müzik türü içinde yeterince değerlendiremediğimiz gerçeğidir.
Bu değerlendirmeden sonra, kendi kültürümüzdeki konuları anlatan operalar ile bu sarmalın içinden çıkabileceğimizi düşünüyorum. “Şehitler Oratoryosu”, “Kahraman Türk Kadınları Oratoryosu” ve “Sakarya’da Diriliş” isimli Sakarya Harbini anlatan operayı bu maksatla yazdım. (Şuan beste aşamasındadır.) Daha sonra çocuklarımız ve gençlerimize yönelik eserleri inceledim. Sonuç olarak bu konuda da çok yetersiz bir durumda olduğumuzu üzülerek müşahede ettim. Bu düşünceden yola çıkarak çocuk ve gençlerimizi hedef alan bir “Gençlik Operası” yazmanın yararlı olacağını düşündüm. (Bu konuda beni teşvik eden ve yönlendiren değerli müzik adamı Sn. Aydın Karlıbel’e teşekkürü bir borç bilirim.)
Konu itibariyle kendi hayatımızın içinden seçilmiş bir kesit ile sosyal bir soruna işaret etmek, bu suretle konu itibariyle de ilgi çekmek istedim ve “Küçük Kalpler” isimli bir “Gençlik Operasının” Librettosunu yazdım.
Ümit ve temenni ederim ki bu çalışma yakın bir zamanda toplumumuza takdim edilir. Bende operaya, gönül vermiş biri olarak kendimi bu sayede sanata hizmet etmiş biri kabul edebilirim.
İfade ettiğim gibi; toplumsal duyarlılığımızı hedef alan çeşitli konularda opera, oratoryo gibi sahne eserleri yazdım. Ancak, geleceğimiz olan bugünün küçükleri, geleceğin büyüklerine bir hizmet sunma ihtiyacı hissettim.
“Küçük Kalpler” isimli bu özgün çalışma ile umut dolu geleceğe ışık tutmaya, 1940’lı yıllar ile günümüz arasında duygusal ve fikirsel bir köprü kurmaya çalıştım.
Bu eserin yalnız çocuklarımıza değil, daha çok anne ve babalara hitap edeceğine inanıyorum.
Umuda ve sevgiye susamış çocuklarımızın hayatından bir kesiti toplumumuz ile paylaşmak istedim. Yaşadıklarımı ve gözlemlerimi en halisane duygularımla yazmaya çalıştım. Eser hakkında bilgi vermeden önce, bu sahne eserini yazarken iç dünyamı ve hissettiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Kendimi çoğu zaman yalnız bir insan kabul ederim. Ancak bu yalnızlığın zaman içinde zenginliğim olduğunu gördüm. Çünkü gönlümle olan sıcak ilişkim, yalnızlığımın katkısı ile oluşmuştur. Dolayısıyla insanların yalnızlığının yaşamalarının çok önemli bir dönem olduğunu düşünmüşümdür. Yalnız kalamayan; bir insanın iç âlemine, yolculuğunun mümkün olamayacağını gördüm. İç âlemine yolculuk yapamayan insanın da derinliğinin olamadığını gözlemledim.
İşte bu duygular ile “Küçük Kalpler” isimli sahne eserini yazdım. Çünkü çocuklarımızın ve gençlerimizin iç dünyasındaki tertemiz zenginliği yakalamasının çok önemli olduğunu gördüm. Çünkü birey olarak iç dünyamızdaki zenginlik ile ancak toplumsal gelişimin mümkün olabileceğine inandım.
Bu eseri yazmadan önce çocuk ve gençlerimize yönelik eserleri araştırmaya müzikli bir eserin nasıl bir form içinde yazılabileceğini incelemeye çalıştım. Maalesef bu konuda çok yetersiz bir noktada olduğumuzu üzülerek müşahede ettim. Çocuk tiyatromuzu araştırırken bunun kökenin Alman Grips tiyatrosu olduğunu gördüm ve onu inceledim.
Bugün Türkiye’de öğretmenler tiyatroya öğrenci götürmektense toplulukların ayaklarına gelmesini istiyorlar. Oysa ki; eserin birinci perde beşinci sahnesinde 1940’lı yıllarda benimde yaşadığım o dönemde ilkokul öğrencilerinin Darül Beda-iye gidişleri ve orada izledikleri oyun, bale formunda anlatılmaktadır. Yani 1940’larda bu konuda daha ileri bir noktada olduğumuzu söyleyebilirim.
Türk çocuk tiyatrosuna kaynak teşkil eden Grips tiyatrosu, Rute Grütze ve Işık tiyatroları hakkında kısa bir bilgi vermekte yarar görüyorum.
Türkiye örneğinden farklı olarak, Almanya’da tiyatro temsillerinin -çocuk oyunları da dahil olmak üzere- çok önem kazandığı bir dönem vardır: Noel’e doğru geri sayımın yapıldığı, yılın son dört haftası. Öyle ki bazı tiyatrolar sadece bu dönem için çalışıp tüm enerjilerini buna yönlendirmektedirler. Çünkü birçok tiyatro için bu dönem, finansal girdi açısından en önemli fırsat zamanıdır. Bunun sebebi, Noel’de tiyatroya gitmenin kutlama ve anmanın bir parçası olmasıdır.
Yeri gelmişken Almanya’da ki “Hayır” kitabından da bahsetmek istiyorum.“Hayır Kitabı”.Bir öykü derlemesidir ve öykülerin hepsi çocukların “hayır” demesi üzerine kurulmuştur. Genel eğitim anlayışı “uslu olun” anlayışını dayatarak çocukları baskı altında tutarken, bu kitapla çocuklar, akıllarına yatmayan şeylere “hayır” diyebileceklerini öğrenmişlerdir. İlk defa olarak bu çalışma ile hayatın gerçekleri ortaya konmuştur. Böylece bu çocuklara farklı bir perspektif kazandırmıştır. Zaman içinde Grips Tiyatrosu ikiye bölünmüş. Bir grup yine Grips olarak devam ederken, diğeri Rote Grütze (Kırmızı Dağ Çileği) adını almıştır.
Grips Tiyatrosu’nun otoriteye karşı tavırları, onu devletle karşı karşıya getirmiştir. Fakat bu konudaki etki bir kez başlamıştır. Pek çok ebeveyn çocuklarını devlet yuvalarından alıp kendi inisiyatifleri ile kurdukları özel yuvalara yerleştirmiştir. Böylece çocuklarının özgürlükçü fikirlerle büyümesi imkânı doğmuştur.
Rote Grütze Topluluğu da zaman içinde çözülmüş, ancak 2002’de yeniden kurulmuştur. Her iki topluluk da çocuklara hep çok yakın olmuş ve onlara hep ümit vermiştir.
Bu tiyatroda çocuklar rollerini kendileri oynuyorlardı. Oyunlar genellikle müzikli idi. Grubun kendine ait bir müzik grubu vardı. Her oyun için ayrı bir müzik yazılıyordu. Bu konuya son vermeden önce bu dönemde Amerika ve Avrupa’da “Tiyatro Sporu” veya “Komedi Sporu” olarak isimlendirilen bir uygulamadan da bahsetmek istiyorum. Amerika ve Avrupa’da “Tiyatro Sporu” ve “Komedi Sporu” gibi çeşitli adlar altında, eğlence yerlerinde seyircilere sunulan bir doğaçlama gösteri türüdür. Oyuncular iki takıma ayrılır ve birkaç bölüm olarak seyircilerden aldıkları konu ya da temaları doğaçlayarak oynarlar. Gösterinin kurgusu, takımların, en fazla puanı almak için yarışıyor olmalarına dayandırılır. Puanlar seyirciler arasından seçilen jüri tarafından verilir.
Bu eserin yazılmasında Alman Grips tiyatrosunun dışında Benjamin Britten’in “Küçük Baca Temizleyicisi” isimli gençlik operası ile Mozart’ın 11yaşında bestelediği “Apollo et Hyacinthus” isimli operası Offenbach’ın “Hoffmann’ın Masalları”, Schumann’ın “Kinderszenen (Hayalim)” şarkısı, William Blake’in “Masumiyet” şarkılarından istifade ettiğimi söylemeliyim.
Eser iki perde, dokuz sahnedir. Konusu 1940’lı yıllarda bir yatılı (Leyli) okulda okuyan çocukların iç dünyalarının heyecan ve özlemleri, öğretmen ve anne babaları ile ilişkileri bir okul ortamında anlatılmaya çalışılmıştır.
Eseri geleceğimiz olan çocuklarımızın, daha iyi bir dünyada yaşamaları temennisi ile tüm çocuklarımıza armağan ediyorum.