29 Ekim 2010 Cuma

"Küçük Kalpler" GENÇLİK OPERASI - ÜVERTÜR

Yatılı (Leyli) okulların insan hayatında önemli bir yeri olduğunu, özellikle çok küçük yaşlarda yatılı okula verilen çocukların hayatlarında önemli bir olay olduğu gerçektir.

Çok küçük yaşlarda yaşamak mecburiyetinde kaldıkları bu hayat, çocukların yeni şekillenmeye başlayan ruh dünyalarını etkiler. Evinde anne ve babası ile otururken, kendine ait bir şeyleri varken, birden bire, tahta dolapların, ranzaların veya demir karyolaların olduğu büyük bir salonda yatağın üzerinde bulur kendini. Sonra ne olacağını, nasıl yaşayacağını düşünmeye başlar. Tek başınadır artık. Akşam karanlığı yavaş yavaş çöker. Yabancı bir yatak, yabancı bir ortam çok etkileyici, üzücü ve sarsıcıdır.

Okul açılışları sonbaharda olduğu için eylül akşamları serin, yataklar kullanılmadığından nemlidir. Ve çocuk ilk kez derin yalnızlığın ne olduğunu yaşamaya ve tabi ki, korkmaya başlar. Okulda geçirilen ilk gece genellikle uykusuz, korku ve endişe doludur. Sonra günler akmaya, dostluk ve arkadaşlıklar derinleşmeye, belirli bir zaman sonra okul dışındaki dünyayı çok da düşünmemeye başlar.

Yatılı okulda yaşayan çocukların tüm benliğini saran en korkunç duygu yalnızlık ve terk edilmişlik duygusudur. Herkesin kafasında aynı soru “Ben niçin buradayım.” vardır.

Küçük yaştaki bir çocuğun, ders çalışma, ödev yapma, öz bakımını yapma sorumluluğunu yerine getirmesi kolay değildir. Bir tahta dolabını bir veya iki arkadaşınla paylaşmak, yatağını, dolabını düzenli tutmak, topluca yıkanan çamaşırlarına sahip çıkmak, varsa harçlıklarını idareli kullanmak, elli kişilik yatakhanede uyumak, sabah altıda uyan(dırıl)mak, uykun olmadığı halde gece dokuzda yatmak, yemekhanede kuyruğa girmek, sevmediğin yemekleri, başka imkânın olmadığı için yemek, yağlı kazanlarda pişen çaylar Amerikan yardımı ile gelen turuncu renkli peynir, gül reçelli sana yağlı kahvaltıya zamanla alışırlar o küçük kalpler.

Okulun hemen karşısındaki köşede iki katlı aşı boyalı büyük evden gelen patlıcan kızartması, balık ve sucuk kokuları arasında o dönemin meşhur olan “ Papatyam, Sevdim bir genç kadını, La vie en rose” şarkılarını dinledikçe okul hayatı daha da zorlaşır.

Henüz yedi, sekiz yaşlarında bir çocuğun hayatın acımasızlığı ve ağırlığı ile tek başına mücadele vermesi ve hayatını idame ettirmesi çok zor ve acılarla doludur.

1940’lı yıllarda yatılı okul; disiplin ve otorite demekti. Yuva sıcaklığından uzak yaşamak demekti. Bir sürü güzellikten, alışkanlıktan yoksun olmak demekti. Bütün bu maddi zorlukların üstünde yalnızlık duygusu ve sevgi eksikliği veya sevgisizlik, o küçük bedenleri bütün acımasızlığı ile kavrar. Ancak bütün olumsuzluklara rağmen, tek başına yaşamayı, kendi sorunlarını çözmeyi, karar vermeyi, risk almayı, otorite ile çatışmayı ve otoriteyi bir şekilde kabullenmeyi öğretir insana.

Kanaatimce; incelenmesi gereken önemli bir husus küçük yaşta yatılı okuyan çocukların büyüdüklerinde hayatlarının nasıl şekilleneceği hususudur.

Bu konuda en önemli örnek olarak, Yurttaş Kane filminin anlattıkları incelenebilir. Çok uzun yıllar önce çevrilmesine rağmen, hem teknik ve hem aktarım biçimi olarak devrim yapmıştır sinema dünyasında. Hala dünyada çevrilen en iyi ilk on film arasında yer almaktadır. Bir vakıf tarafından çok küçük yaşta evinden koparılan Charles Foster Kane daha sonra inanılmaz şeyler yapar. Eğitimini bitirdikten sonra geçtiği vakfın başında 24.000 tirajlı gazeteyi 600.000’e çıkarır, başkan adayı olur. Ancak seçkin karısını şarkıcı bir kadınla aldatır ve yine gazetelerde yayınlanan bu haber yüzünden adaylıktan çekilmek zorunda kalır. Seçkin karısı onu terk ettiği için, bu şarkıcı ile evlenir, ona opera binası yaptırır ve bu operada onu ünlendirmeye çalışır ama olmaz.. En sonunda da efsanevi Xanadu şatosunu yapar ve karısı ile birlikte yaşamaya başlar. Sonunda bu karısı da onu terk eder. Filmde bir kar küresi ile ile oynarken
Rosebud, der ve kar küresi elinden düşer ve ölür.

Film Rosebud kelimesinin Kane için ne anlama geldiğinin araştırılmasıdır. Devasa Xanadu şatosunun depolarında binlerce sanat eseri satın alınmış ve depolanmıştır. İşçiler bu depodaki lüzumsuz eşyaları yakarken ocağa bir kızak atarlar. Kamera kızak üzerine yönelir ve kızak üzerinde Rosebud yazmaktadır. Bu kızak evden alınmadan önce karlı bir günde oynadığı kızaktır. Charles Foster Kane çocukluğunu aramakta ve oraya dönmek istemektedir. Filmin başında baba oğlunu yatılı okula göndermek istemese de anne çocuğunu bu
okula teslim eder.

Bu filmde yatılı okuyanların çok başarılı olabileceğini, büyük işler yapabileceğini ancak sevgi boşluğu ve terk edilmişliğin hiçbir şekilde doldurulamayacağına dair bir bilgi verir.

Yatılı olmak sadece yatılı okulda okumayı anlatmak yerine, bir kavram olarak değerlendirildiğinde daha doğru noktalara bizi ulaştırabilecektir. Kendi evi dışında uzun süre kalmak yatılı olmak sonucunu ortaya çıkarabilir. Bu anlamda okul olduğu gibi, askerlik yaparken geçirilen günler yatılı bir süreçtir. Hastanede uzun süre kalmak da aynı sonuçlara yol açabilir.

Çok küçük yaşta yatılı okula verilen çocukları dış dünyadan kopartırsınız. Bu nedenle, kişinin zihninde oluşacak sınırlardan kurtulabilmesi çok zor olmaktadır. Kendisine aktarılan ne ise ona bağımlı hale gelmektedir.

Sadece kendisi gibi olanlarla iletişim kurmaya alışan kişilerin hayata başladıklarında da kendi görüşünde olmayanlarla iletişim kuramayacaklarını söyleyebiliriz. Böylece sınırlanan bilgi alma süreçleri, kişinin gelişimini ve değişimini engelleyecek, bilgi alma kaynaklarının zenginleşmesini önleyecektir. Bu anlamda yatılı olmak kavramı sadece yatılı okulda okumaktan çok öte geniş bir anlamı da kavramaktadır.

Yatılı okulda okuyan bazı çocukların, yaşadıklarını kendi saf ve yalın ifadeleriyle derlemeye çalıştım. Bu çocuklar duygularını şöyle ifade ediyorlar.

“ - Hayatın acılığını, gerçek yüzünü önceden öğreten bir yerdir. Üniversite yaşamı için birikimdir.”

“ - Hayatımın en güzel 5 senesini alan ve bana olgunluk, polyanacılık, insanları tanımak ve hayal kırıklıkları veren, bir yerdir.”

“ - Verilen saatten sonra kalkamaz gece yoklamasından önce uyuyamazsınız ki bu yasaktır sizi daha da uykulu yapar. Hasta olduğunuzda babanız ya da o yanındayken hep kırdığınız anneniz değildir yanınızda olan”

“ - Hasta bile olamaz bünyeniz ya bağışıklıktan ya tedirginlikten. “

“ - Her şeye rağmen maddi manevi ayakta kalmayı öğrenmektir. Hayatı anlamak, hazırlanmak. Evet, biraz da gaddarlaşmak belki ama özünde de bir o kadar duygusallaşmak.”

“ - Ergenlikteki olgunlaşma sürecini acayip hızlandıran, hayatınızda daima büyük bir yer kaplayacak olandır.”

“ - Yatılıdan gelen insanlar birbirini tanır. İnsanın hayatı algılayışını değiştiren okul türüdür.”

“ - Üç yıl hayata bakışımı değiştirmiş ve bence akranlarımdan çok daha önce olgunlaşmamı sağlamıştır.”

“ - Kendi başına toplum içinde yaşamayı öğrenmek küçümsenecek bir şey değil.”