On senfonisi ve romantizmin farklı birçok türünü bir araya getiren orkestra eşlikli şarkılarıyla ünlüdür. Ölümünden sonra müziği 50 yıl görmezlikten gelinmiş, ama daha sonra 20. yüzyıl bestecilik tekniklerinin öncülerinden biri olduğu, Arnold Schoenberg, Dmitri Şostakoviç ve Benjamin Britten gibi bestecileri etkilediği kabul edilmiştir.
Yaşamı sırasında ''derinlikten yoksun ve uçarı'' şeklinde eleştirilen Mahler, bestelerinden çok, orkestra ve opera şefliği ile ün yapmıştır. Uzun yıllar ''zor müzik'' olarak kabul edilen Mahler'in besteleri, 1960'lardan itibaren çok popüler olmuştur. Bu nedenle, dünyanın en önemli senfoni orkestraları tarafından programlarına alınmıştır.
Gustav Mahler’in yaşadığı yıllarda Viyana ve çevresi, Sigmund Freud, Franz Kafka, Arnold Schönberg, gibi ünlülerin yaşadığı bir kültür ve sanat merkeziydi. Bu bakımdan besteci fikir ve ruh dünyasını bu zenginlikler ile beslemiştir.
Yahudi kökenli bir içki damıtıcısının 12 çocuğundan ikincisidir. Korku ve sıkıntılarla geçen çocukluğunun izleri, yaşamı boyunca devam etmiştir. Aile, onun doğumundan kısa bir süre sonra Iglau'ya taşınmıştır. Mahler, Bohemya'daki çocukluğu süresince halk ve sanat müziğinin zengin ortamında büyür. Bando müziğinden, sokak şarkılarına, salon müziklerinden kafelerde çalınan hafif müziklere dek çeşitli örneklerle tanışır. Sonradan senfonilerine esin olacak insancıl ezgiler, bu dönemin etkilerinden kaynaklanmıştır. Altı yaşında piyano çalmaya başlar, on yaşında bir piyano resitali verir.
Mahler’in müzik dehası çok erken yaşlarda dikkati çekmiştir. Dört yaşındayken yöredeki kışladaki askeri müziğin ve köylülerin çalışırken söyledikleri Çek halk şarkılarından etkilenmiştir. Hem akordeon hem piyanoyla bu şarkıları çalmaya başlamış, bir yandan da kendi bestelerini yapmıştır. Piyanist olarak ilk kez Jihlava’da izleyicilerin karşısına çıkmıştır. On yaşında müzikte ulaştığı seviye, onun Viyana Devlet Konservatuvarı’na kabul edilmesini sağlamıştır. Çeşitli piyano ve kompozisyon ödülleri kazandıktan ve okulunu bitirdikten sonra, bir yandan kendini besteci olarak kabul ettirmeye, bir yandan da müzik dersleri vererek geçimini sağlamaya çalışmıştır. İlk önemli yapıtı olan Das Klagende Lied (Yakınma Şarkısı) adlı kantatı ile konservatuvarın koyduğu Beethoven Kompozisyon Ödülü’nü kazanamamıştır. Bu nedenle, beste yapmayı uzun yaz tatillerine bırakmış ve kendisine daha güvenli bir geçim sağlamak amacıyla orkestra şefliğine yönelmiştir.
Bundan sonraki hayatında 17 yıl boyunca orkestra şefliğinde adım adım yükselmiştir. Avusturya’da yönettiği müzikal eserlerin ardından, Budapeşte ve Hamburg gibi önemli operalarda çalışmıştır. Nihayet 37 yaşındayken, Viyana Operası’nın sanat yönetmenliğine getirilmiştir. Şef olarak yaygın ününe karşılık, besteciliğinin ilk yıllarında müzik izleyicilerinin anlayışsızlığıyla karşı karşıya kalmış bu husus, onun moralini bozsa da yıldırmamıştır.
Mahler, şef olarak daha çok geleneksel operalar ile ilgilenmeyi tercih etmiştir. Bu nedenle olgunluk dönemindeki tüm eserlerinin senfonik olması şaşırtıcı gelebilir. Bununla birlikte Mahler’in müzikteki tek amacı, kendi yaşam hikâyesini yazmaktı. Biraz da Wagner ile Liszt’den etkilenerek, kişisel dünya görüşünü müzikle ifade etmeye çalışmıştır.
Mahler’in bazı yapıtlarında din öğesi çok anlamlıdır. Çalkantı içinde geçen çocukluk hayatında, koyu bir Yahudi inancı taşımamış, bu nedenle, kendini metafizik bir fırtına içinde bulmuştur. Bu fırtınayı, Hıristiyanlığa sarılarak atlatmayı denemiştir. Viyana Devlet Operasına atanmasını kolaylaştıracağı için 1897 de kendisini vaftiz ettirmesinde bir çıkar hesabı bulunsa da şüphesiz, bu gerçek bir eğiliminin sonucuydu. Bu operada geçirdiği 10 yıl, onun sanatının daha dengeli bir dönemini oluşturur. Benimsediği yeni inanç ve yeni görev kendine güven duymasını ve olgunlaşmasını sağlamıştır. 1902'de Alma Maria Schindler ile evlenir. Mahler’in eşi Alma Schindler güzel bir kadın olduğu kadar yetenekli bir besteciydi de. İlki evlendikleri yıl, ikincisi 1904 yılında, Maria ve Anna isminde iki kız çocukları olur.
Acı dolu bir hayat yaşayan Mahler, mutsuz bir evliliğin bunalımlarının üstüne bir de kızını yitirmesinin acısını çekmiştir. Antisemitizmin her geçen gün güçlendiği Viyana’da yaşamak zorunda kalması hastalanmasına sebep olmuştur.
Mahler, her ne kadar hayatının ilk gününden itibaren hem besteci hem de orkestra şefi olarak ayakta alkışlanmış da olsa "Benim asıl değerim, ben öldükten sonra anlaşılacak." demekten kendini alamamış zira nazizmin en kara günlerinde Mahler’in eserleri de kara listeye eklenmiştir. Savaştan sonra da kaderi değişmemiştir. Mahler’in eserlerini bu sefer de her geçen gün dünya klasik müzik dünyasında daha çok sözü geçen Sovyet Rusya’da Mahler’in eserleri "bencilliği övücü, bireysel, devrimin ruhuna aykırı ve burjuva" olmakla itham edilerek yasaklanmıştır.
1907 yılında 47 yaşındayken Viyana Operası’ndan ayrılmak zorunda kalır. Ardından Amerika yolculuğuna çıkar. 1908 yılında Metropolitan Operasının yöneticiliğine getirilir. Bir yıl sonra New York filarmoni derneğinin orkestra şefliğini yaparak, ününün yeniden gündeme gelmesini sağlar. 1911 yılında dört yıldan beri bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri’nden her yaz gittiği Avusturya’ya kesin dönüş yapar ve 18 Mayıs 1911’de Viyana’da ölür. Gustav Mahler’in önemli on senfonisi (son senfonisi yarım kalmıştır) ve romantizmin farklı bir çok türünü bir araya getiren orkestra eşlikli şarkıları ile dikkat çeker. Gustav Mahler’in değerine gelince ölümünden sonra müziği 50 yıl görmezlikten gelinmiş, ancak daha sonra 20. yüzyılda bestecilik tekniklerinin öncüsü olduğu kabul edilmiştir. Ayrıca Mahler’in “5. senfoni”si, Dirk Bogarde’nin başrolünü oynadığı “Venedik’te ölüm” filminin atmosferine önemli katkıda bulunmuştur.
Mahler, bestecilik hayatını oluşturan üç dönemin her birinde birer senfoni üçlemesi üretmiştir. Bestecilik döneminin ilk döneminde Beethoven'in Pastoral Senfonisi ile Berlioz'un Symphonie Fantastique’ini örnek almıştır. Ayrıca orkestral kaynakları geliştirmek ve engellenmemiş duyguları ifade etme hususunda Wagner’in müzikli dramlarını, solo ve koronun seslendirdiği sözlü metinleri aktarma hususunda da Beethoven’in koral senfonisinden esinlenmiştir. Buna ilaveten, Schubert’in bazı oda müziği yapıtlarından da esinlenen Mahler, bütün bunları gerilimli üslubuyla olağanüstü canlı orkestra düzenlemesiyle üç senfoni bestelemiştir. Bunlardan salt orkestral senfonisi (Titan) kendi yaşam öyküsünden izler taşır. Özellikle ölüm saplantısı dikkat çeker.
Beş bölümlü ikinci senfoni(Ölümden Sonra Diriliş) gene ölüm saplantısıyla başlar ve hıristiyanların ölümsüzlük inancını hissettirerek zirveye ulaşır
Üçüncü Senfoni’de (Bir Yaz sabahı Rüyası) altı bölüm içinde, doğadan insan bilincine ve kurtarıcı tanrı sevgisine kadar uzanan bir serüveni anlatır.
Mahler’in dördüncü senfonisi Altı bölümlü olarak tasarlanmıştır. Bu senfoninin finali soprano ses için bir Wunderhorn şarkısından oluşur. Basit Hıristiyan köylülerinin kafasındaki cennet kavramını hatırlatır.
Beş bölümlü olan Beşinci ve Yedinci senfoniler karanlıktan aydınlığa doğru ilerlemeyi anlatır.
Bu iki senfoninin arasında, Mahler'in "Trajik Senfoni" olarak andığı, altıncı senfonisi vardır. Altıncı Senfonide karanlıktan zorlukla sıyrılsa da, gecenin karanlığına tekrar geri döner.
Sekizinci Senfonisi, sekiz solo ses ve çift koro ve orkestra için bestelenen anıtsal bir eserdir. Bu yapıtın çalınması için çok enstrüman gerektirmesi nedeniyle "Binler Senfonisi" olarak da bilinir. Çalınması için çok alet gerektirmesinin yanı sıra çok sayıda insan sesine gerek duyulduğu için 'Binler Senfonisi' adını almıştır. Binler Senfonisi ayrıca baştan sona korolu ve orkestral olan ilk senfonidir. Yapıt hem dinsel, hem hümanist görüş açılarından aydınlığa erişme uğrunda bir haykırış olarak yorumlanabilir.
Mahler dokuzuncu senfonisine “Yeryüzü Şarkısı” adını vermiştir. Bu senfoni bestecinin son senfonisidir. Çünkü onuncu senfonisi taslak olarak kalmıştır.
Çağdaş müzik eleştirmenleri, Mahler’in, müzikteki değişim dönemini güçlü bir şekilde etkilediğine dikkat çeker. Onun yapıtları, 20. yüzyılda kullanılan köklü yöntemlerin habercisi niteliğindedir. Bu yöntemler arasında, ilerleyici tonalite (bir eserin başladığı ton ile bitmemesi), tonalitenin çözülümü (yabancı akorları sürekli kullanarak tonaliteyi bulanıklaştırma), sayılabilir.
Mahler’in eserleri ile ilgili tekrar ifade etmek gerekirse; tonal müziğin sınırlarını zorlamış, geleneksel armoni yapısına yeni boyutlar kazandırmıştır. 19. yüzyılda tüm besteciler senfonik müziğe katkıda bulunmuşlardır, ancak Mahler, Beethoven'in Dokuzuncu Senfoni'sinden bu yana uzanan geleneği geliştirmiş, Bruckner'in senfoni boyutlarını daha da büyütmüştür.
İfade edildiği gibi, Mahler'in yapıtları, 9 senfoni ve 7 şarkı demetinden oluşur. Her biri geniş soluklu, en kısası bile bir saatlik süreyi aşan yapıtlardır. Geniş bir orkestra topluluğu ve bazen de koro ve vokal solistleri gerektirir. Örneğin: İkinci ve Dördüncü Senfoni'leri gibi. Sekizinci Senfoni'sindeki yoğun solo ve korolar, bu yapıta bir oratoryo özelliği kazandırmıştır. Sekizinci Senfoni, Binler Senfonisi olarak da adlanır. Zamanında fazla değer bulmamış olsa da, bugün Mahler'in müziği Romantik dönemin lirizminden 20. yüzyılın ironik tavrına bir geçiş olarak nitelenir.
Müziğine esin kaynağı olan idealizm ve katı gerçeklik, Mahler'i hem bir besteci, hem de bir orkestra şefi olarak etkilemiştir. Kusursuza varma çabası, saydam bir tat arayışı, görkemli bir sanat doğurmuştur. Yönettiği yapıtlarda orkestraya karşı son derece titiz davrandığı gibi, yapıtın özünde değişiklikler yapacak kadar mükemmeli arayan sanatçı, kendi çalışmalarını da bir çırpıda yazıp ortaya çıkartmamış, yıllarca her birinin üzerinde uğraşmıştır.
Mahler ayrıca, senfoniyi şiirsellikle birleştirmesi ve Alman lied anlayışını senfoniye katmadaki hüneri ile de ayrıcalık kazanmıştır.
Aslında her bir yapıtı kendi özel yaşantısına göre değişen ruh halini yansıtır. Genellikle ölüm kavramının getirdiği melankolik hava hemen her döneminde yer alır. Dokuzuncu Senfoni’sinde karamsar bir duyarlılık sergiler. Tamamlayamadığı Onuncu Senfoni’sinin başlangıcı mutlu bir ortam yaratır. Ancak besteci yaşayıp eseri bitirseydi aynı olumlu duyguları sonuna dek sürdürür müydü? Bunu bilmiyoruz.
Mahler'in yapıtları ölümünün ardından hemen ilgi görmese de 1950'lerden sonra Batı müziği tarihinde çok önemli bir yere sahip olmuştur.
Mahler in amacı; biraz da Wagner ve Liszt’ten etkilenerek kişisel dünya görüşünü müzikle ifade etmek ya da müzikle kendi yaşam öyküsünü yazmaktı.
Mahler'in müziği evrensel değerdedir bu nedenle her zaman geçerlidir. Ancak onun eserlerini, sindire sindire ve özellikle de senfonilerini sıralı olarak ve özümleyerek kendini kaptırarak, adeta onları benliğimiz ile bütünleştirerek dinlemek gerekir.
Döneminde anlaşılamayan Gustav Mahler, ‘Benim de zamanım gelecek!’ demişti. Nitekim geldi de. 20. yüzyıl kapitalizminin sorun yumağı haline getirdiği, nevrotik modern toplum insanı, aradığını Mahler’in müziğinde bulmuştur.
Atonal müziğin kurucusu Arnold Schönberg Mahler in 50. doğum günü dolayısıyla kendisine yazdığı mektupta şöyle der “Sizi hemen anlamamış olmamdan ötürü şimdi çok utanıyorum. Sizi kızdırmış olduğuma da son derece pişmanım.” Mahler’in 19 yaşındayken öğrencilik arkadaşı Joseph Steiner’e yazdığı mektup müziğinin düşünsel arka planı hakkında önemli ipuçları verir. Bu satırlarda yaşamının öyküsünü buluruz. “Tuhaf bir yazgı bu. Özlemim fırtınalı dalgalarla kimi zaman oradan oraya savruluyor. Kimi zaman da gülen bir güneşin ışınlarıyla esip gidiyor. Çok sevinçli bir yaşama gücünün ateşi ve her şeyi silip yok eden ölümün özlemi yüreğimde ardarda yer alıyor... Çağdaş ikiyüzlülüğün ve yalanın beni onursuzluğa itmesi ve bunların yaşamımız ve sanatımızla doğrudan doğruya bağlantısı, sanata, aşka ve dine karşı yüreğimi iğrentiyle dolduruyor... Umutsuzluğun bana verdiği güçle tek avuntum olan acıya kenetleniyorum... Her tarafta sessizlik. Uzaklardan yalnız bir kuşun hüzünlü sesi geliyor... Artık yalanı biliyorum. Hiçbir görüntü artık beni aldatmaz... Ne acılar birikmiş bu toprağın altında. Günün birinde o büyük intikamcının karşısına çıkacak olan insan, acaba bu sorumluluğu nasıl yüklenip savunabilecektir.”
Alma Mahler’in anılarında da geçen ve Mahler’in sık sık kullandığı Dostoyevski’nin “Nasıl mutlu olabilirim herhangi bir yerde tek bir yaratık acı çekerken” cümlesi yukarıdaki gençlik mektubuna uygun düşmektedir. Alma’ya göre Mahler’in müziği olumsuz bir toplumu yansıtması bakımından gerçeği yansıtır.
Sonuç olarak; Mahler’e göre insani olan güzeldir ve biz eğer ona ulaşmak için çaba göstermezsek o bize kapalı kalacaktır. Popüler kültürün müziğin kuşatılmışlığında giderek çirkinleşen dünyamızda bu daha da fazla geçerlidir. Şairin dediği gibi “Hayat sen ne verdiysen odur.”
Mahler 10 senfoninin dışında “Das Lied von der Erde” (Toprağın Şarkısı), ‘Kindertotenlieder’ (Çocuk Ölümü Şarkıları), “Rückert Şarkıları” gibi etkileyici şarkı dizileri, az ve öz besteciliğinin köşe taşlarıdır. “Lieder Eines Fahrenden Gesellen” şarkı dizisiyle Wunderhorn şarkıları da unutulmamalı. Döneminin en iyi opera şefidir ama hiç opera bestelememiş, sadece Weber’in yarım kalan “Die Drei Pintos” operasını tamamlamıştır.
Mahler üzerine yararlı çalışmalarıyla tanıdığımız İngiliz gazeteci-yazar Norman Lebrecht’e göre, Gustav Mahler’in, müzikte Geç Romantizm ve Modernizm arasındaki dönemin en büyük bestecisi olarak kabul görmesi fevkalade önemlidir.
Bruckner’in senfonileriyle kıyaslandığında Mahler’in -sonuncusunu tamamlayamadığı- 10 senfonisinin her birinde kendine özgü bir dünya tasarımladığı görülür. Büyük boyutlu, geniş orkestrasyona sahip senfonilerini daima yaz mevsimlerinde, sayfiye evinin bahçesindeki kulübesinde bestelediği için adı “part-time besteci”ye çıkmıştır. Kışları ise, besteciliğinden çok daha fazla dikkate alınan ve saygı gören orkestra şefliği, bütün zamanını almıştır.
Hayatında büyük acılar çekmiş olan Beethoven, acısından kaçmak yerine acının ve acı çekmenin hayatın bir parçası olduğunu kabul etmiş ve Beethoven’in müziği ancak bu sayede evrensel hale gelebilmiştir. Oysa ki Mahler, acılarını içselleştirmiş ve hatta kişiselleştirmiştir. Bu yüzden Beethoven’in müziği, daha çok tarihin ve toplumsal değişimlerin ve devrimlerin müziği olagelmişken, Mahler’in müziği daha çok kişisel anlam taşımıştır. Bu nedenle Mahler’in müziğinin oldukça bireysel, karamsar ve hatta daha da ileri giderek bencilce olduğunu söylemek mümkündür.
20. yüzyıla geçiş döneminde Avrupa ve dünya müziğine geniş ufuklar açan Mahler, Avrupa romantizm geleneklerinin müzikteki özetleyicisidir. Haydn, Mozart ve Beethoven'la başlayan senfonilerin son temsilcisi olarak kabul edilir. Mahler, Beethoven’in felsefik-dramatik senfoni geleneklerini tam anlamıyla sürdüren tek bestecidir. Daha ilk eserlerinde kendine has stilinin işaretlerini veren bestecinin yaratıcılığının başlıca alanı, senfoniler ve lied'ler olmuştur.
Mahler, besteciliği kadar kusursuz orkestra şefliği ile de ön plana çıkmıştır. Genç yaşta başladığı aktif şeflik kariyerini büyük bir beceriyle ve önemli müzik merkezlerinde kazandığı başarılarla zirveye taşımıştır. Dönem Avrupa’sı bir yana, dünyadaki sayılı usta orkestra şeflerinden biri olarak gösterilmiştir. Ayrıca 1907 yılından ölümüne kadar New York Metropolitan orkestra'sının genel müzik direktörlüğünü yapmıştır. Buradaki kariyeri sırasında büyük Rus besteci Piyotr İlyiç Çaykovski'nin eserlerinin Amerika’daki ilk seslendirişlerini de gerçekleştirmiştir.
Ünlü Rus besteci Dmitri Şostakoviç, Mahler’in şefliği ve besteciliği üzerine şu yorumu yapmıştır: "Büyük üstad Gustav Mahler’i yalnız orkestra şefi olarak değerlendirmek, gerçekten çok büyük bir haksızlıktır. Mahler, kusursuz bir orkestra şefi olmasının yanı sıra, müzik tarihinin yetiştirdiği gelmiş geçmiş en büyük bir kaç senfonistten biridir. Müziğinde bizleri fetheden şey, onun büyük insan sevgisi ve derin felsefi fikirleridir."
Mahler konusundaki makalemi tamamlarken; Orkestra şefi Bruno Walter’in 35 yaşındaki Mahler için düşüncelerini enteresan bulduğum için özetlemek ihtiyacı hissettim. “Solgun bir beniz, zayıf bir beden, kısa bir boy, uzunca hatlar, sık siyah saçlarla çevrelenen geniş bir alın, gözlüklerin arkasında saklanan olağan üstü gözler, üzüntü ve mizah dolu yüz hatları...”
Nietzche'nin de çağdaşı olan Mahler’i ölümünün 100 yılında saygı ile anıyoruz.