MÜZİK VE TOPLUMSAL HAYAT
Dünyada ilham verici bir örnek oluşturan, adını Venezüella bağımsızlık savaşçısından alan Simon Bolivar Senfoni Orkestrasını, El Sistema’da yetişmiş genç ve yetenekli şef Gustavo Dudamel yönetiminde 8 Ağustos günü Haliç Kongre Merkezinde hayranlıkla izleme imkanı buldum.
Venezüella’da başarılı bir ekonomist ve aynı zamanda iyi bir müzik eğitimi görmüş, piyanist ve besteci Jose Antonio Abreu’nun başlattığı ve kendisinin deyimiyle “yoksulluk ve suçla mücadele eden sosyal bir sistem” olan El Sistema şu an dünyada Klasik Müzik adına gerçekleştirilen en önemli proje olarak kabul edilmektedir.
Bugün, müzik ve çocuğa ilişkin hayranlık uyandıran bu sosyal sistemin 350.000 gence hayat verdiğini öğrenince ülkemiz de müzik yolu ile El Sistema benzeri bir sosyal sistemin hayata geçirilmesinin gerekli ve anlamlı bir hizmet olacağını düşündüm.
Ancak müzik yolu ile toplumsal hayatı yönlendirmenin ve geliştirmenin, teorik anlamda nasıl olması lazım geldiğini incelemenin de, istikbalde olmasını temenni ettiğimiz bu projeye katkı sunacağını özellikle ifade etmek isterim.
Bu nedenle; müziğin sanat, bilim, felsefe, kültür ve sosyal hayat ile olan ilişkilerini analiz etmenin gerekliliğine ve bir ideal olarak düşündüğümüz bu sosyal sisteme katkı sağlayacağına inandığımı özellikle belirtmeliyim. Çünkü teorisi sağlam temellere oturtulmayan bir projenin uzun vadeli olmayacağına inanıyorum.
Sanatın gelişmesinde tarihsel-toplumsal koşulların, önemli bir etkisi olmasına rağmen yeterli olmadığı bilinmektedir. Bir üst yapı ürünü olan sanatsal düşünce, duygu ve aklın ortak ürünüdür. Özgür düşünce, bilimsel tutum, sanatsal bir eser yaratmanın temel koşullarıdır. Bu nedenle özgürlükçü demokrasilerin egemen olduğu toplumlarda sanatın daha hızlı gelişip yaygınlaştığı ve toplumların günlük yaşamına daha kolay girdiği görülmektedir.
Diğer taraftan, günümüzde herhangi bir toplumsal olgunun başka bir topluma aktarılmasını engellemek, hemen hemen olanaksızdır. Bu nedenle dünyanın herhangi bir köşesindeki sanatsal üretim çeşitli dönüşümlere uğrasa da, hızla dünyanın diğer bölgelerine yayılabilmektedir.
Bu hızlı iletişim toplumların birbiriyle ilişkilerinde sanat yoluyla kültürel egemenlik kurarak, çağımızın önemli sömürü alanlarından biri haline gelmiştir. Sanatın toplumsal değişim gücünü fark edemeyen az gelişmiş ülkeler, güçlü toplumların ürettiği kültürel bilgi ve ürünleri sorgulamadan tüketir hale gelmişlerdir. Bu durum dolaylı bir sömürülme olgusu yaratmıştır. Kültürel emperyalizm olarak da adlandırılan, kültür yoluyla diğer toplumları egemenlik altına alma, aslında modern savaş yöntemlerinden biri olmuştur. Bu yönteme karşı direnebilmek için güçlü kültürel, sanatsal ve bilimsel bilinç gerekmektedir.
Müzik bilim teorisyenlerine göre; bir toplumsal yapının sanatsal ürünlerine bakarak o toplumun içinde bulunduğu toplumsal problemleri ya da toplumsal gelişmişliği görmek mümkündür. Kuşkusuz toplumsal problemleri analiz ederek söz konusu toplumun sanatsal potansiyelini tespit etmek de imkan dahilindedir.
Sanatın temel öğelerinden biri olan müziğin, tarihsel derinliği, felsefi temelleri ve insanı algılayışındaki psikolojik kavramları ve ayrıca estetik yargıları ile toplumsal problemlerin çözümüne katkı sağladığına inanılmaktadır.
Müzik felsefesi; müzik alanında düşünmeye katkı sağlar. Böylece, düşünce ve beğeni ortaya çıkarak müzik estetiğinin oluşmasını mümkün kılar. Müzik estetiği, güzellik yargısına katkıda bulunarak, beğenilerimizin şekillenmesini kolaylaştırır. Bu nedenle müzik estetiği varolan eserlerin içerik ve yapısına yönelik güzeli arama çabası olarak ifade edilebilir.
Diğer bir ifade ile insanlar müzikle düşünüp onunla kendilerini tanıma ve anlama imkanı bulurlar. Bir ruh ve enerji kaynağı olan müzik onun için gönüllere hitap eder.
Günlük yaşantının her kesiminde, millî, mânevî, ailevî ve sosyo-kültürel bütün faaliyetlere renk ve canlılık getiren yegane güç kaynağı olan müzik, bireyin müzikle daha bilinçli, daha bilgili ve daha güçlü bir etkileşim içine girmesine imkan verir, “müzikle uyuma”, “müzikle oynama”, “müzikle yürüme”, “müzikle dinlenme”, “müzikle eğlenme”, “müzikle öğrenme”, “müzikle çalışma”, “müzikle kendini aşma” gibi kapsamlı ve çok yönlü davranış biçimlerinin gelişmesine neden olur.
Türk bilgini Mevlana “müziksiz hayat hiçe benzer, müzik kalbin ve ruhun gıdasıdır o gıdadan kimse mahrum kalmasın” demiştir. Mevlana’nın da dediği gibi müziğin hayatımızdaki yeri küçümsenemez. Müzik hayata bakış ufkumuzu geliştirir, bizlere üstün yetenek kazandırır. Bu nedenle müziğin toplumsal hayatımızdaki önemi tartışılamaz.
Platon ve Aristo felsefesini, İslam felsefesi ile bağdaştırmaya çalışan yeniplatoncu (Neoplatonist) olarak da isimlendirilen Farabi, müzik üzerine (Kitab’ül-Musika) başlıklı bir kitap yazmıştır. (Bilindiği üzere kendisi müzik sanatı ve bilimi üzerine büyük bir uzmandı. Müzik notaları üzerine katkıda bulunduğu söylenir.)
Venezüella’da başarılı bir ekonomist ve aynı zamanda iyi bir müzik eğitimi görmüş, piyanist ve besteci Jose Antonio Abreu’nun başlattığı ve kendisinin deyimiyle “yoksulluk ve suçla mücadele eden sosyal bir sistem” olan El Sistema şu an dünyada Klasik Müzik adına gerçekleştirilen en önemli proje olarak kabul edilmektedir.
Bugün, müzik ve çocuğa ilişkin hayranlık uyandıran bu sosyal sistemin 350.000 gence hayat verdiğini öğrenince ülkemiz de müzik yolu ile El Sistema benzeri bir sosyal sistemin hayata geçirilmesinin gerekli ve anlamlı bir hizmet olacağını düşündüm.
Ancak müzik yolu ile toplumsal hayatı yönlendirmenin ve geliştirmenin, teorik anlamda nasıl olması lazım geldiğini incelemenin de, istikbalde olmasını temenni ettiğimiz bu projeye katkı sunacağını özellikle ifade etmek isterim.
Bu nedenle; müziğin sanat, bilim, felsefe, kültür ve sosyal hayat ile olan ilişkilerini analiz etmenin gerekliliğine ve bir ideal olarak düşündüğümüz bu sosyal sisteme katkı sağlayacağına inandığımı özellikle belirtmeliyim. Çünkü teorisi sağlam temellere oturtulmayan bir projenin uzun vadeli olmayacağına inanıyorum.
Sanatın gelişmesinde tarihsel-toplumsal koşulların, önemli bir etkisi olmasına rağmen yeterli olmadığı bilinmektedir. Bir üst yapı ürünü olan sanatsal düşünce, duygu ve aklın ortak ürünüdür. Özgür düşünce, bilimsel tutum, sanatsal bir eser yaratmanın temel koşullarıdır. Bu nedenle özgürlükçü demokrasilerin egemen olduğu toplumlarda sanatın daha hızlı gelişip yaygınlaştığı ve toplumların günlük yaşamına daha kolay girdiği görülmektedir.
Diğer taraftan, günümüzde herhangi bir toplumsal olgunun başka bir topluma aktarılmasını engellemek, hemen hemen olanaksızdır. Bu nedenle dünyanın herhangi bir köşesindeki sanatsal üretim çeşitli dönüşümlere uğrasa da, hızla dünyanın diğer bölgelerine yayılabilmektedir.
Bu hızlı iletişim toplumların birbiriyle ilişkilerinde sanat yoluyla kültürel egemenlik kurarak, çağımızın önemli sömürü alanlarından biri haline gelmiştir. Sanatın toplumsal değişim gücünü fark edemeyen az gelişmiş ülkeler, güçlü toplumların ürettiği kültürel bilgi ve ürünleri sorgulamadan tüketir hale gelmişlerdir. Bu durum dolaylı bir sömürülme olgusu yaratmıştır. Kültürel emperyalizm olarak da adlandırılan, kültür yoluyla diğer toplumları egemenlik altına alma, aslında modern savaş yöntemlerinden biri olmuştur. Bu yönteme karşı direnebilmek için güçlü kültürel, sanatsal ve bilimsel bilinç gerekmektedir.
Müzik bilim teorisyenlerine göre; bir toplumsal yapının sanatsal ürünlerine bakarak o toplumun içinde bulunduğu toplumsal problemleri ya da toplumsal gelişmişliği görmek mümkündür. Kuşkusuz toplumsal problemleri analiz ederek söz konusu toplumun sanatsal potansiyelini tespit etmek de imkan dahilindedir.
Sanatın temel öğelerinden biri olan müziğin, tarihsel derinliği, felsefi temelleri ve insanı algılayışındaki psikolojik kavramları ve ayrıca estetik yargıları ile toplumsal problemlerin çözümüne katkı sağladığına inanılmaktadır.
Müzik felsefesi; müzik alanında düşünmeye katkı sağlar. Böylece, düşünce ve beğeni ortaya çıkarak müzik estetiğinin oluşmasını mümkün kılar. Müzik estetiği, güzellik yargısına katkıda bulunarak, beğenilerimizin şekillenmesini kolaylaştırır. Bu nedenle müzik estetiği varolan eserlerin içerik ve yapısına yönelik güzeli arama çabası olarak ifade edilebilir.
Diğer bir ifade ile insanlar müzikle düşünüp onunla kendilerini tanıma ve anlama imkanı bulurlar. Bir ruh ve enerji kaynağı olan müzik onun için gönüllere hitap eder.
Günlük yaşantının her kesiminde, millî, mânevî, ailevî ve sosyo-kültürel bütün faaliyetlere renk ve canlılık getiren yegane güç kaynağı olan müzik, bireyin müzikle daha bilinçli, daha bilgili ve daha güçlü bir etkileşim içine girmesine imkan verir, “müzikle uyuma”, “müzikle oynama”, “müzikle yürüme”, “müzikle dinlenme”, “müzikle eğlenme”, “müzikle öğrenme”, “müzikle çalışma”, “müzikle kendini aşma” gibi kapsamlı ve çok yönlü davranış biçimlerinin gelişmesine neden olur.
Türk bilgini Mevlana “müziksiz hayat hiçe benzer, müzik kalbin ve ruhun gıdasıdır o gıdadan kimse mahrum kalmasın” demiştir. Mevlana’nın da dediği gibi müziğin hayatımızdaki yeri küçümsenemez. Müzik hayata bakış ufkumuzu geliştirir, bizlere üstün yetenek kazandırır. Bu nedenle müziğin toplumsal hayatımızdaki önemi tartışılamaz.
Platon ve Aristo felsefesini, İslam felsefesi ile bağdaştırmaya çalışan yeniplatoncu (Neoplatonist) olarak da isimlendirilen Farabi, müzik üzerine (Kitab’ül-Musika) başlıklı bir kitap yazmıştır. (Bilindiği üzere kendisi müzik sanatı ve bilimi üzerine büyük bir uzmandı. Müzik notaları üzerine katkıda bulunduğu söylenir.)
Konfüçyüs’e göre; müzik gök ile toprak arasındaki bir ahenktir. Müzik gökten gelir, antropolojik olarak insanlarla bağlantı kurar.
Ahenkle oluşturulan müzik iyi ruhları yönetir, insanlara müsbet yönde tesir eder ve iyi bir ortam yaratır. Müziğin etkisi yalnızca bireylerle sınırlı kalmaz bütün toplumu ve tüm ülkeyi kapsar.
Pyhtagoras’a göre; matematiğin temeli olan sayılarda armoni özelliği ve bağlantıları bulunur. Evrende de armonik bir ahenk vardır.
Müzikteki ahengin etkileri sayılara yansır. Müzik iyi kullanılırsa sağlığa da iyi gelir, ruhun temizlenmesi için araçtır.
Konfüçyüs ve Pyhtagoras’da göre müzikteki seslerin hareketi ile insan ruhunun hareketlerinde gizemli bir benzerlik vardır. Bu nedenle müzik ve ruh hareketleri tutkulara, sevinçlere, hüzünlere, sebep olur.
Bilindiği gibi müzik aslında tonların uygun tarzda takdimidir. Ton ise, içten gelen duyguların bir sıra dahilinde konuşlanmasıdır.
Müzik sanatı, modern toplumlarda yerel değerleri aşarak, evrensel boyutlarda insanlığın ortak-kültür değerlerini oluşturur. Uygar toplumlar, kültürel ortamlarında sanatı, evrensel boyutları ile kabul etmişlerdir. Bu nedenle sanat adına kalıcı ürünler vererek uygarlığa katkıda bulunmuşlardır.
Ancak sanatın kültürel kimliğe katkısını anlamlı kılabilmek için, yerel müzik alışkanlıklarını verimli bir duyarlılığa dönüştürmek mecburiyetindeyiz.
Müziğin sanatsal boyutunu özetledikten sonra şimdi de müziğin bilimsel boyutuna temas etmekte yarar görüyorum. Müzikolojiyi müziği mantıksal yöntemlerle araştıran bir bilgi alanı olarak ifade etmek mümkündür.Daha açık bir ifade ile müzikoloji; müzik sanatını fiziksel, psikolojik, estetik ve kültürel olarak araştırmayı hedefleyen bir bilim alanıdır.Bu nedenle, müzik bilimleri, müzik alanında düşünmeye katkı sağlar. Dolayısıyla müziğin, yaratma sürecine zemin hazırlar. Bu yönü ile; düşünce ve beğeniyi ortaya çıkaracak müziğin estetik değerlerini yapılandırır. Müzikte estetik, ezginin sadece müzikal değerlerini değil; bu değerlerin insana ulaşmasındaki süreçleri ve insana ulaştığında onda oluşan duyguları ve yargıları da değerlendirir.
Müzik ile bilimsel süreçler arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmacıların bir bölümü müziği üreten ile dinleyen arasındaki korelasyonu inceler. İfade edildiği gibi, müzikte icra edenle dinleyen vardır. Dinleyici için, müziğin ne anlama geldiğini çözümlemek fevkalade zordur. Yeterince bilinçli olmayan bir dinleyici için müziğin taşıdığı anlam, bazen bir moda, bazen sözlerin o anki duygularına seslenişidir. Müziğin içeriği, biçimi ve yüklenilen anlamları doğru ve kapsamlı sorgulayabilmek için kuşkusuz temel müzik bilgisine sahip olmak gerekmektedir.
Netice olarak müzik hem sanattır, hem bilim. Dolayısıyla hem duygusal olarak algılanabilmeli, hem de akıl ile kavranabilmelidir. Müzik dinlemekten hoşlanan ancak müziğin dilinden yeterince anlamayan bir müzikseverin, müzik yolu ile eğitilmesi fevkalade önemlidir.
Müziğin sanat ve bilim ile ilişkilerini ortaya koyduktan sonra bu makalenin esas konusunu teşkil eden müziğin sosyal boyutunu ve sosyal hayata yaptığı katkıları ifade edebiliriz. Müziğin insan davranışlarını yönlendirme ve yönetme gücü kitlelerde ortak bilinç oluşturmayı sağlar. Müziğin duygusal etkisiyle birçok yeni davranış biçimleri oluşturulabilir. Müzik eseriyle toplum arasındaki etkileşim siyasetten eğitime, etnik yapıdan ulusal yapıya kadar uzanabilmektedir.
Nitekim toplumların içinde bulunduğu kritik dönemler sanatta buluşmayı yoğunlaştırmıştır. Böyle dönemlerde sanat, toplumsal bir anlatım biçimine dönüşür. Örneğin özel dönemlerde belli müziklerin marş gibi seslendirilmesi veya belli melodilerin belli anlamları simgelemesi sanatın anlatım zenginliğinden kaynaklanmaktadır.
Diğer taraftan toplumun sınıfsal, ekonomik, siyasal çelişkileri ve çatışmaları müziğe doğrudan yansır. Bu yansımalar, sosyolojik araştırmaların alanına girdiği gibi ülkelerin kültür politikaları ile de yakinen ilgili olmak durumundadır.
Tüm sanatlarda olduğu gibi, müzik sanatında da beğeni düzeyleri toplumun her kesiminde farklı özellikler gösterir. Müziğin toplumsal tüketim değerleri, gündelik hayatta beğenilen eserlerin hızla yayılmasına ve kitleselleşmesine imkan verir. Sanatta popülerleşme, çoğunlukla bozulma olgusu olarak algılanır. Bu olgu ne yazık ki kaçınılmazdır. Ancak her şeye rağmen bilinçli sanat tüketicisi her zaman vardır ve var olmaya devam edecektir.
Müzik sanatı, modern toplumlarda yerel değerleri aşarak, evrensel boyutlarda insanlığın ortak-kültür değerlerini oluşturur. Uygar toplumlar, kültürel ortamlarında sanatı, evrensel boyutları ile kabul etmişlerdir. Bu nedenle sanat adına kalıcı ürünler vererek uygarlığa katkıda bulunmuşlardır.
Ancak sanatın kültürel kimliğe katkısını anlamlı kılabilmek için, yerel müzik alışkanlıklarını verimli bir duyarlılığa dönüştürmek mecburiyetindeyiz.
Müziğin sanatsal boyutunu özetledikten sonra şimdi de müziğin bilimsel boyutuna temas etmekte yarar görüyorum. Müzikolojiyi müziği mantıksal yöntemlerle araştıran bir bilgi alanı olarak ifade etmek mümkündür.Daha açık bir ifade ile müzikoloji; müzik sanatını fiziksel, psikolojik, estetik ve kültürel olarak araştırmayı hedefleyen bir bilim alanıdır.Bu nedenle, müzik bilimleri, müzik alanında düşünmeye katkı sağlar. Dolayısıyla müziğin, yaratma sürecine zemin hazırlar. Bu yönü ile; düşünce ve beğeniyi ortaya çıkaracak müziğin estetik değerlerini yapılandırır. Müzikte estetik, ezginin sadece müzikal değerlerini değil; bu değerlerin insana ulaşmasındaki süreçleri ve insana ulaştığında onda oluşan duyguları ve yargıları da değerlendirir.
Müzik ile bilimsel süreçler arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmacıların bir bölümü müziği üreten ile dinleyen arasındaki korelasyonu inceler. İfade edildiği gibi, müzikte icra edenle dinleyen vardır. Dinleyici için, müziğin ne anlama geldiğini çözümlemek fevkalade zordur. Yeterince bilinçli olmayan bir dinleyici için müziğin taşıdığı anlam, bazen bir moda, bazen sözlerin o anki duygularına seslenişidir. Müziğin içeriği, biçimi ve yüklenilen anlamları doğru ve kapsamlı sorgulayabilmek için kuşkusuz temel müzik bilgisine sahip olmak gerekmektedir.
Netice olarak müzik hem sanattır, hem bilim. Dolayısıyla hem duygusal olarak algılanabilmeli, hem de akıl ile kavranabilmelidir. Müzik dinlemekten hoşlanan ancak müziğin dilinden yeterince anlamayan bir müzikseverin, müzik yolu ile eğitilmesi fevkalade önemlidir.
Müziğin sanat ve bilim ile ilişkilerini ortaya koyduktan sonra bu makalenin esas konusunu teşkil eden müziğin sosyal boyutunu ve sosyal hayata yaptığı katkıları ifade edebiliriz. Müziğin insan davranışlarını yönlendirme ve yönetme gücü kitlelerde ortak bilinç oluşturmayı sağlar. Müziğin duygusal etkisiyle birçok yeni davranış biçimleri oluşturulabilir. Müzik eseriyle toplum arasındaki etkileşim siyasetten eğitime, etnik yapıdan ulusal yapıya kadar uzanabilmektedir.
Nitekim toplumların içinde bulunduğu kritik dönemler sanatta buluşmayı yoğunlaştırmıştır. Böyle dönemlerde sanat, toplumsal bir anlatım biçimine dönüşür. Örneğin özel dönemlerde belli müziklerin marş gibi seslendirilmesi veya belli melodilerin belli anlamları simgelemesi sanatın anlatım zenginliğinden kaynaklanmaktadır.
Diğer taraftan toplumun sınıfsal, ekonomik, siyasal çelişkileri ve çatışmaları müziğe doğrudan yansır. Bu yansımalar, sosyolojik araştırmaların alanına girdiği gibi ülkelerin kültür politikaları ile de yakinen ilgili olmak durumundadır.
Tüm sanatlarda olduğu gibi, müzik sanatında da beğeni düzeyleri toplumun her kesiminde farklı özellikler gösterir. Müziğin toplumsal tüketim değerleri, gündelik hayatta beğenilen eserlerin hızla yayılmasına ve kitleselleşmesine imkan verir. Sanatta popülerleşme, çoğunlukla bozulma olgusu olarak algılanır. Bu olgu ne yazık ki kaçınılmazdır. Ancak her şeye rağmen bilinçli sanat tüketicisi her zaman vardır ve var olmaya devam edecektir.
Popüler müziğin sanat ve estetik değerleri ile ilgili olarak giderek artmaktadır.
Ancak popüler müzik geniş halk kitlelerini kavraması, onların duygu ve düşünce dünyalarına hitap etmeleri açısından her dönemde sevilen, aranan, arzu edilen bir müzik türü olmuştur. Bilindiği gibi Mozart’ın babası da oğlunun genç yaşlarından itibaren popüler müziğe yönelmesini istemiştir.
Nitekim 18 yüzyılda entelektüel çevreler güzel sanatlar ile popüler sanatlar arasında ayırım kabul etmezler. Buna mukabil 19 yüzyıldan itibaren bu sanat türleri arasında farklılıklar kendini göstermeye başlamış, günümüzde daha keskin ayrımlar oluşmuştur.Örneğin kırsal kesimden kente yönelen göç olgusu, türkülerin sosyo-politik değişim ve tüketim değerlerini ve ayrıca türkülerin varoşlarda kitle üzerinde yarattığı etkileri görmek ancak ciddi bir incelemeyle mümkündür..
Müziğin kültür içinde incelenme ve araştırılması yeni değildir. Müziğin bilimsel yöntemle incelenmesi on dokuzuncu yüzyılla birlikte olmuştur. Müziğin bu dönemlerde incelenmeye başlanmasının nedenlerinin başında ulusçuluk akımları gelir. Bilindiği gibi ulusçuluk akımları Avrupa da, ülkelerin kendi değerlerini bulmak için tarihe yönelmeleri ile başlamıştır.
Müzik; dönemlere, kültürlere, inanışlara ve yaşam biçimlerine göre farklılıklar gösterir. Ancak bütün bu farklılıklara rağmen yeryüzündeki bütün insanlar doğal olarak ses dilinde birleşirler. Çünkü müzik ancak seslerle anlatılabilecek duyguları ve temaları içerir. Müziksel düşünce ise, doğanın sunduğu malzemeye insan aklının ve anlatım gücünün eklenmesiyle gelişir.
Ülkemizde özellikle 1970’lerden sonra yaşanan hızlı toplumsal değişimler, küreselleşmenin ortaya koyduğu üretim tüketim ilişkileri, kültürel yapıda ciddi olumsuzlukların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişte hızlı bir değişim olmuş, köyden kente göç yoluyla oluşan toplumsal katmanlardaki sağlıksız değişimler çeşitli toplumsal çarpıklıkları getirmiştir. Köy-kent kültürü arasında bir varoş kültürü oluşmuş, popüler yapılanmaların çarpık yansımaları özellikle bu kesimlerde etkili olmuştur.
Müziği araştırmak; toplumu incelemek, kültürü kavramsallaştırmak, müzik üzerine söylem kurmak demektir. Müzik üzerine söylem; sanatçı, müzisyen, ve/veya müzik sanatçısı kavramlarını içerirken aynı zamanda da müzikal kimliği irdelemek anlamını da taşır.Müzik ve sosyal hayat ilişkisini bir ölçüde sizlere ifade etmeye çalıştım. Kuşkusuz bu çalışmamda müzikologların eserlerinden yararlandım. Hepsine şükranlarımı ifade etmek isterim.
Ümit ve temenni ederim ki, sosyal bir sistem olan El Sistema benzeri bir yapılanma ile ülkemizdeki bir çok evladımızı hayatın içine katarak yararlı insanlar haline getirebiliriz.Bu çalışmanın, realize edilmesinden onur duyacağımız söz konusu sosyal bir projeye katkı sağlaması en halisane temennimdir.
Aytaç YALMAN